20 Temmuz 2014 Pazar

KİMSE KUSURA BAKMASIN, ROBERT REDFORD'A İTİRAZIMIZ VAR!





Robert Redford... 1936 doğumlu olmasına rağmen bir çoğumuzu cebinden çıkaracak yaşlı delikanlı. Sayısız filmde oynamış, yönetmiş, yapımcılık yapmış, kadınların rüyalarını süslemiş, dünya çapında hayranları var... Ama bizim de ona bir itirazımız var!

ALL IS LOST (SONA DOĞRU)

2013 yılı yapımı olan bu filmin fragmanları dönerken eminim benim gibi birçok denizci heyecanlanmıştır. Bizim gözümüzden, bizi anlatacak bir film!... Ben ayrı bir heyecanlıydım, sonuçta Atlantik geçişini tamamlayalı birkaç ay olmuştu ve başta eşim olmak üzere birçok kişinin yaşadıklarımı daha iyi anlayabileceğini düşünmüştüm. Sonra filme gittik ve malesef bazı konularda bana hayal kırıklığı yaşattı. Evet; epik bir hikaye, karizmatik bir yelkenci ve sağlam bir karakter vardı karşımızda. Ama, inanın hiç de o kadar karizmatik anlar yaşanmıyor okyanusun ortasında...




Sonra bu konuda bir yazı yazmaya karar verdim. Ama, haksızlık etmemek için belirli aralıklarla filmi tekrar tekrar izleyip ona göre değerlendirmek istedim.

İŞTE İTİRAZ ETTİĞİMİZ KONULAR!

Film, Sumatra Boğazı'nın 1.700 deniz mili açığında başlıyor. Kahramanımızın hikaye içindeki ismi hiç bir zaman zikredilmese de, Robert Redford çok tecrübeli bir denizci olarak çıkıyor karşımıza... Bence karizmatik duruşu yüksek tecrübesinden geliyor. Konteynere çarpıp teknesi zarar görünce hemen onarıyor. Bu tekniklere hakim ve elinde gerekli malzemeleri var.

Ama....

Filmde olan: Teknenin yaralı olduğu sancak bölümü uzun bir süre rüzgar altında kalıyor. Bu da teknenin daha fazla su almasına sebep oluyor.
Gerçekte olması gereken: Yaralı kısım rüzgar üstüne gelecek şekilde manevra yapılır. Bu şekilde, teknenin rüzgarla bayılmasıyla beraber yaralı bölge su yüzeyinden yukarıda kalır ve teknenin su alma oranı azaltılır.

Filmin sahne arkası görüntülerinden biri.
Filmde olan: Teknenin ilk su alma sahnelerinde haritalar ıslanıyor.
Gerçekte olması gereken: Haritalar su geçirmez bir çantada muhafaza edilir. Hatta, çantanın içindeki havanın tam olarak boşaltılmaması durumunda denize düşme durumunda bile kuru ve su yüzeyinde kalırlar.

Filmde olan: Islanan telsiz takımı güneşe çıkarılıyor ve tuzlu suyun vereceği zararı önlemek adına tatlı suyla yıkanıyor. Çok doğru bir hareket. Ancak, telsiz çalıştığında mikrofonun olduğu kısım avuç içine alıyor ve metal bir aparatın olduğu askı tarafına konuşuluyor. Ayrıca, verilen anons SOS.
Gerçekte olması gereken: Telsiz mikrofon tarafı ağıza götürülerek kullanılıyor. Ayrıca, denizcilikte SOS anonsu yapılmıyor. SOS anonsu birçok kişi tarafından elbette anlaşılacaktır. Yine de bu kadar tecrübeli bir denizcinin denizcilikteki anonslara hakim olmasını bekliyor insan. Mayday anonsu doğru anons.

Robert Redford direğe tırmanırken
Filmde olan: Adamımız direğe tırmanıyor ve telsiz anteninin bağlantısını onarıyor. Ancak o sırada bir Cumulus Numbus bulutu ile oluşan güçlü bir alçak basınç sisteminin geldiğini farkediyor ve hızla aşağı iniyor.
Gerçekte olması gereken: Uzun rotalarda düzenli olarak hava raporu alınır ve üzerine çalışılır. Raporlar bazen küçük sistemleri gözden kaçırabildiğinden, sık sık ufka bakılır ve hava durumu kontrol edilir. Filmde, buna dair bir hareket göremiyoruz. Ayrıca, kahramanımız fırtınanın geldiğini görüp hızla aşağı inince hazırlık yapacağına sakal traşı oluyor. Fırtına geliyorsa kimse ilk iş olarak traş olmaz. Sembolik bir gönderme olabilir mi diye araştırdım; ancak, bir ipucu bulamadım. Her şeyi geçtim, tekne dengesiz bir havaya girdiğinde kimse yüzüne jileti yaklaştırmaz. Güvenlik önce gelir.

Kahramanımız havuzlukta zor anlar yaşarken bile can yeleği kullanmıyor.
Filmde olan: Bu kadar tecrübeli bir kişi fırtınalı havada bile tekne havuzluğuna çıkarken can yeleği kullanmıyor. 
Gerçekte olması gereken: Can yeleği giyilir, emniyet kemerleriyle insan belli bir yarıçapa sabitlenir ve okyanus seyrinde kullanılan can yeleğinde bir verici olur. Denize adam düşmesi durumunda bu verici çalışmaya başlar ve belirli bir menzilden geçen her teknenin ya da geminin ekranında lokasyonu ve denize düşmüş olduğu görülür.

Filmde olan: Tekne içine giriş çıkışlarda, içeri su girmemesi için kapı düzenekleri kapatılıyor. Ancak, teknenin ikinci kez alabora olduğu sahnede kapı düzeneği kapatılmıyor. Bu noktada, teknenin ciddi anlamda su alması gerekiyor; fakat, bu olmuyor.
Gerçekte olması gereken: Bu nokta aslında akışla ve sinemacılık teknikleri ile alakalı bir hata. Sonuçta tekne alabora oluyorsa ve kapı açıksa tekne su alır. Hem de ciddi anlamda su alır. Bizim değineceğimiz nokta sadece şu; çok kritik havalarda teknenin her yeri, her zaman kapalı tutulmalıdır.

Filmde olan: Fırtına ile birlikte fırtına flogu donatılıyor.
Gerçekte olması gereken: Okyanus tipi havalarda fırtına flogu gerçekten çok küçük oluyor. Filmde görebildiğim kadarıyla flog büyük. Ayrıca, işin ideali trinket sistemi. Ana direkten çekeceğiniz yeni bir çelik halatı tekne burnuna monte edersiniz ve fırtına flogu orada furling mantığıyla hazır olur. Böylece, havanın aniden kötüleşmesi durumunda yeni flogu donatmakla uğraşmaz, pratik şekilde gerekli yelkeni açabilirsiniz. Aşina olmayanlar için küçük bir not: trinketi baş ıstıralya ve ana direk arasında ayrı bir cenoa düzeneği olarak düşünebilirsiniz. 

Filmde olan: Teknenin ana direği kırıldıktan ve ikinci gövde yarasını da aldıktan sonra adamımızın umutları suya düşüyor. Sonuç olarak can salı açılıyor ve ona geçiliyor. Sonrasında, can salında işe yarayabilecek şeyleri toparlamak için yarı batık olan tekneye geri dönülüyor.
Robert Redford çok sevdiği teknesine veda ederken...
Gerçekte olması gereken: Tekne ile uzun rotaya çıkmadan önce bir acil durum çantası düzenlenir. Çanta su geçirmez ve içindeki hava ile su yüzeyinde durabilen bir yapıdadır. Bu çantaya; su, gıda, kimlik, yedek telsiz, ekstra pil, olta-yedek parçaları, su geçirmez el feneri, ilk yardım malzemeleri, el incesi halat, bol bol fişek takımı ve ayna gibi malzemeler koyulur. Büyük vericili bir EPIRB sistemi de can salına bağlanır. Filmde malesef bu EPIRB sistemi de yoktu... Bu şekilde okyanus aşırı bir yolculuğa çıkılmamalı!... Bir de moral çok önemli. Sizi moralman ayakta tutacak her şey ikincil öncelikte de olsa, yer kalması durumunda bu çantaya eklenir. Örneğin; sevdiklerinizin fotoğrafları, müzik, içiyorsanız sigara... Bu tür moral unsurları sizi zor durumlarda daha kararlı şekilde ayakta tutacaktır.

Filmde olan: Adamımız denizde yaşadığı onca probleme rağmen sonlara doğru Allah'ın adını anıyor ve sonrasında dilimizde "lanet olsun" diye karşılık gelen sözcüğü haykırıyor :)
Gerçekte olan: İnsanlar sosyal varlıklar. Yapayalnız bir alana düştüğünüzde bol bol kendinizle konuşuyorsunuz. Bunun en güzel ilacı yazmak... Yaşadıklarınızı sık sık not etmeniz delirdiğinizi düşünmenizin önüne geçebiliyor. Diğer yandan, avaz avaz bağırıyorsunuz, yüksek sesle şarkı söylüyorsunuz, okyanusun ortasına küfür savuruyorsunuz. Daha önce öğrendiğiniz ama uzun zamandır okumadığınız duaları okurken buluyorsunuz kendinizi. Ve ilk zamanlarda halüsinasyon görerek sevdiğiniz insanların seslerini yüksek gerçeklikte duyabiliyor, radarda gözükmese de ufuktan gemi geldiğini görebiliyorsunuz. Ama bu halüsinatif durumlar zamanla geçiyor ve alışıyorsunuz. Yani, kahramanımızın psikolojik çizgisi okyanusta yaşananların yakınından bile geçmiyor...

SON SÖZ

Filmin sahne arkasından bir görüntü daha
Birçok filmde olduğu gibi bu filmde de sinematografik hatlar mevcut. Onlar bizim merceğimizde olmadığından es geçiyoruz. Biz yelken ile ilgileniyoruz. Yelken konusunda doğru hareketler fazlasıyla mevcut elbette. Biz sadece güzel ve birçok kişi tarafından seyredilmiş bir örnek olan bu filmde gördüğümüz yanlışlar üzerinden paylaşımda bulunmak istedik. Bu şekilde, hepsi ayrı bir ders niteliğinde olan örnekler üzerinden aslında nasıl davranılması gerektiğini anlatmayı amaçladık. Yoksa, Robert Redford kendisine verilen senaryoyu hakkıyla hayata geçirmiş ve psikolojik olarak birçok şeyi yansıtmış... Yaşlı delikanlının ellerine sağlık!



Sevgi ve Saygıyla,



Emre Başkan




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder