3 Eylül 2013 Salı

DENİZCİLİK KÜLTÜRÜ HAKKINDA



Denizcilik kültürü... Küçüklüğümden beri, denizle uğraşan yakınlarımdan şu sözleri duyardım: "denizde ayrı bir kültür vardır, denizci adam başkadır". Mutlaka bunu tek duyan da ben değilimdir. Tabii ki, sözde duyunca insan idrak edemiyor. Bu ortamın içine girip yaşamaya başlayınca, inanın bana "insan olduğunuzu" hatırlıyorsunuz ve mutlu oluyorsunuz.

Bu yazımda paylaşacaklarım, bu çevreden insanlarla olan tecrübelerimden, konuşmalarımdan ve bunlar ışığında oluşan düşüncelerimden oluşuyor... 



KÜLTÜR



Kültür kelimesi etimolojik olarak "cultura"dan geliyor. Latince olan bu sözcüğün anlamı ise inşa etmek, süslemek, bakmak, işlemek. İngilizcedeki "agriculture" da yine bu kelimeden türetilmiş (toprağı işlemek). Türk Dil Kurumu ise kültür kelimesini şu şekilde açıklıyor: "Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin".

Gelelim bu kelimenin sosyolojik tarafına... Kültür; sosyal bir miras, toplumsal bir servettir. Bir de bunun mekanizması vardır. Kültürü yaratan ve inşa eden insandır. İnsan yaşadığı ortamla etkileşerek belli değerler oluşturur. Buna kültür diyebiliriz. Kültür, hem farklı insanların ortak noktalarını artıran ve aralarında ahenk yaratan bir unsur, hem de kalabalıkları topluma çevirebilme yolunda bir araçtır. Kültürü oluşturan insanların çocukları, yani yeni nesiller, yaşamlarının ilk evrelerinde edilgen ve alıcıdır. Toplum, onları söz konusu kültür ışığında dantel gibi dokur. Neden sonra, bu kişiler artık bir parçası oldukları kültür doğrultusunda hareket eder ve yeni nesillere bunu öğretirler.

Kültürü yaratan insanoğlu olduğundan , denizcilik kültürünü irdelemeye çalışırken, denizci kavramı üzerinden ilerleyeceğim. Aynı zamanda, onun bazı değerlerini incelerken, basite indirgenmiş şekilde de olsa içinde bulunduğu ortamların etkilerinden de bahsetmeye çalışacağım. 


NEDİR DENİZCİNİN FARKI?







İdolüm.
İnsan içinde bulunduğu ortamlar nedeniyle birçok farklı karaktere bürünebiliyor. Örneğin; kurumsal bir firmada çalışan biri o ortamda çok rekabetçi ve bireysel olabilirken, haftada bir yaptığı halı saha maçlarında tam bir takım oyuncusu olabiliyor. Denizciler de, tecrübe ettikleri, içinde bulundukları şartlar doğrultusunda karakter değişimi yaşıyorlar pek tabii ki. Ancak, tüm bu değişimler onların karakterlerinin oturmasına yardımcı oluyor. Bu kültürü anlamalarını, özümsemelerini sağlıyor.

Ben, basite indirgeyebilmek adına, denizcilerin içinde bulundukları farklı şartları iki bölüme ayırıyorum: sakin ve azgın denizler.



SAKİN DENİZLER



Deniz, üzerinden karıncalar su içebilecek kadar sakinken, huzurun en alasını sunar insana. Sessizlik, dinginlik, suyun hafif şırıltısı, tek hücrelilerin deniz içerisinde yıldızlar gibi parlayarak aydınlanmaları (yakamoz), yeşillikle kaplı bir koyda alarga ya da kıçtan karayken şehirde artık sesini bile unuttuğumuz cır cır böceklerinin senfonisi ve tabii ki temiz hava... Tüm bunlar insanı dinginleştiren, sakinleştiren, düşüncelere iten öğeler... Hatta, genelde denizciler bu süreçleri tecrübe edip kendilerine düşünsel olarak odaklandıktan sonra, hayata dair bazı konularda daha sessiz insanlar olabiliyorlar. Fikirlerini beyan etmeyi tercih etmeyebiliyorlar. Bu bazen etrafınızdakiler tarafından ketumluk, bazen de gizemli olma çabası olarak tanımlanıyor. Halbuki, o kadar sofistike kişiler olmuyor denizciler. Onlar bu kocaman sistem içinde ne kadar küçük olduklarını bilen ve hatta tecrübe etmiş insanlar. Ama; bu büyüklük ya da kendi acizlikleri onları korkutmuyor. Aksine, onlara sadeliği, basitliği öğretiyor ve aslında o büyük sisteme hayran kalmalarını sağlıyor. Basitlikleriyle gurur duyuyorlar ve teknedeki yaşamları gibi, karada da basit yaşayabilmeyi arzuluyorlar. Diğer bireylerin de basit olduklarını biliyorlar. Ancak, etraflarında bu kadar karmaşık kişiler görünce, insanların kendilerini sofistike göstermekten hoşnut olduklarına inanıyorlar.

Denizciler, o huzur dolu denizde geçirdikleri her anı o kadar çok seviyorlar ki; mutluluklarını paylaşarak bu hissi büyütmek istiyorlar. Bir gün bir koyda teknesini demirlemiş bir denizci dingi (sandal, zodiac) ile gezerken, yanından geçtiği başka bir tekneden gelen "kaptan, sizin teknede fazla çakmak var mıdır?" sorusuna heyecanla "bir bakıp geleyim" demeyi biliyor. Fazla çakmak bulduğunda ise mutlu oluveriyor, sırf diğer teknedeki yoldaşı biraz daha keyif almak için bir sigara yakabilecek ya da ocağını yakıp güzel bir yemekle bu ortamı şahlandırabilecek diye. O basit çakmağı, alıp diğer tekneye yaklaştığında ise büyük bir misafirperverlikle tekneye davet edilebiliyor ve yeni sohbetler, yeni arkadaşlıklar doğabiliyor. Denizci, bu gibi örneklerde insanın aslında ne kadar saf ve paylaşımcı bir varlık olduğunu görüyor. Kaldı ki, denizdeyken içinde bulunduğu ortamda genelde herkes aynı telden çalıyor. Bu da, denizcinin ortama ayak uydurmasında itici bir etken oluyor.


AZGIN DENİZLER



Bir deniz düşünün... Bir anda patlamış, dalgalar birkaç metreyi aşmış, rüzgar çok kuvvetlenmiş, bir de üzerine sağnak yağmur başlamış... Bu tekne üzerindeki denizci ne düşünür, ne hisseder dersiniz? Ben tüm samimiyetimle anlatayım... İlk tecrübesiyse korkar. Hem de iliğine kadar... Ama, kendini geliştirmeyi bildiyse, "evet, ben bu işte çok iyiyim, ben oldum artık" diyen bir karakteri yoksa, tecrübelerinden öğrenmeyi biliyorsa söz konusu havadaki seyrinin ilerleyen saatlerinde içinde bir sakinlik oluşuverir. Yelkenlerine camadan vurur, sakince doğanın gücüne ayak uydurur. Bundan sonraki tecrübelerinde ise, artık teknesine de güvenir. Onun, kendisinin en büyük dostu olduğunu bilir bu yolda. Bu havaya, aynı denizcinin belli bir tecrübe sonrasında, yanında misafirleri varken yakalandığını ve bir misafirin de siz olduğunuzu hayal edin. Siz ne hissedersiniz? Tabii ki korkarsınız. Peki ne yaparsınız? Belki söylenmeye başlarsınız "nereden geldik bu tekneye" vs. diye. Ama; eninde sonunda yapacağınız tek bir şey var, o da kaptana bakmak. Onun süregelen olaylara tepkisini izlersiniz, korkuyor mu korkmuyor mu anlamaya çalışırsınız. Ondaki sakin tavrı farkedince korkunuz azalmaya başlar ve siz de hem dümendeki kişiye, hem de tekneye güvenmeye başlarsınız. 

Aslında; bu süreçte sizin gördüğünüz dümen başındaki o sakin kişi sadece tekneyi yönetmeyi ve sizleri sakin kılmayı düşünmüyordur. İçinden geçtiği süreç, ona insanın ne kadar aciz olduğunu anımsatıyordur. Karada kendisini kıyafetiyle, statüsüyle, tavrıyla güçlü göstermeye çalışan odur yine. Ama, bu tecrübeler söz konusu güç gösterilerinin saçmalık olduğunun altını tekrar çizer. Ve yine dümendeki kişinin, o sonsuz güce, sisteme karşı hayranlığı artar. Böyle havalar, onu tabii ki zorlar. Ama, o ve teknesi, tabiatın o anki durumuna ayak uydururlar. Ve denizci her zorluktan yeni bir şey öğrenir.


DENİZCİ PAYLAŞIR, YARDIMLAŞIR



Denizci; huzurun, mutluluğun paylaştıkça büyüdüğünü, zorlukların da yardımlaşarak daha kolay aşıldığını görmüştür. Aynen hayattaki gibi...

Başımdan geçen iki tecrübemi sizlerle paylaşmak isterim.

İlk olay Erdek Limanı'nda geçiyor. İleriki tarihlerdeki yazılarımda daha detaylı bahsedeceğim Paşalimanı Adası rotamızı çok sevdiğim dostum Bora ile yapıyorduk. İlk gece, Paşalimanı Koyu'nda konakladık. İbrahim Ağabey'in restaurantında güzelce karnımızı doyurduk ve uyuduk. Sabah erkenden demir aldık ve yola çıktık. Hedefimiz, Avşa ve Marmara Adaları'nda yeni koylar keşfetmekti. Ancak, seyir sırasında nasıl olduğunu idrak edemediğimiz bir şey vuku buldu ve pervanemiz düştü. İnternetten araştırdık ve en yakın servisin Erdek'te olduğunu gördük. Hava raporu güzel ve kolayımıza gelen bir rüzgar veriyordu. Biz de dümenimizi Erdek Limanı'na kırdık. 

Orada problemlerimizi çözdük. Vinç düzeneği olan bir TIR kiraladık, biz teknenin içinde tekneyi vince bağlayacak halatları düzenledik ve pervaneyi taktık. Ancak; bu arada dikkatimi çeken bir şey oldu. Karada tanımadığım bir balıkçı Le Petit Prince 1'in pervanesi düzgün takılabilsin diye canla başla çalışıyordu. Tekneyi suya indirdiğimizde de onun ter içinde kaldığına şahit oldum. Mahcup hissettim. Teşekkür etmek için elimi uzattığımda, avcumun içine biraz para sıkıştırdım. O teşekkürümü kabul etti ve tokalaşma anımızda sanki kızgın tavaya değmiş gibi elini geri çekti. "Kaptan, sen ne yapıyorsun öyle?" dedi. Ben de teşekkür etmek istediğimi belirttim. "Tamam, teşekkür ettin. Ben de kabul ettim. Ben denizciyim. Yardımlaşmak bizim içimizde vardır. Senin geldiğin yerlerde bilmezsin belki bunu." dedi ve beni dumur etti. Ne diyeceğimi bilemedim. Selamlaşıp uzaklaştık. Dediği doğruydu. İstanbul kültürü, bazı noktalarda denizcilik kültürünü de aşındırıyordu. Zira, İstanbul'da "bazı" denizciler vardır, yardımını esirgemez; ama, "ücreti şu kadar" der. 

İkinci tecrübem ise Atlantik Okyanusu geçişimizde yaşandı. Bu zorlu geçişi daha donanımlı 7 Seas'e ait 49 feetlik bir Jeanneau ile yaptık. Her gün uydu telefonumuzdan internete bağlanıp hava raporlarını yorumladık. Ancak, bir gün gördük ki, mevcut hava durumu raporları tutmuyor. Gece 11 sularında ufkun ardında bir aydınlanma fark ettik. Büyük bir geminin geçtiğini anladık. Yaklaşık 10 dakika sonra da geminin sinyalleri radara düştü. 300 metre üzerinde çok büyük bir kargo gemisiydi. Ama; tahmin edersiniz, okyanusun ortasında minicik gözüküyordu. 

Ticari gemilere farklı teknik cihazlarla gün içerisinde birkaç kez hava raporu düştüğünü biliyorduk. Bu raporlar daha sık alındığından güncellikleri daha güvenilir oluyordu. Bir de işin içinde ticaret var sonuçta, çok daha detaylı veriler alabiliyorlardı. Bu nedenle, kendilerine telsizden ulaşmayı ve hava raporu konusunda istişare etmeyi denedik. Geminin kaptanı enteresan şekilde uyumamıştı. Genelde söz konusu saatlerde, geminin kaptanı dinlenmeye çekilir ve mürettebat köşkte görev başında bulunurdu. Telsizden çok sıcak şekilde bizleri selamladı. Kanal 16'dan 73'e geçtik. Onlara hava raporuyla ilgili bir problemimiz olduğunu anlattık. Tam koordinatlarımızı, gerçek rotamızı, ortalama hızımızı, bir gün sonra öğlen 12'de ulaşmayı planladığımız pozisyonu verdik ve hava raporu konusunda yardım istedik. Bizden biraz zaman rica etti. Tam 5 dakika sonrasında ise geri dönüş yaptı. Havanın söz konusu koordinatlarda bir gün sonra sabah saatlerinde bozabileceğini söyledi. Buna, çok tehlikeli bir durumun da gözükmediğini ekledi. Teşekkür ettik ve telsiz kanalımızı 16'ya düzelttik. Yaklaşık yarım saat sonra telsizimize bir anons daha düştü. Bu, biraz önce temasa geçtiğimiz gemiydi. Kanalımızı tekrar 73'e aldık ve bize şunları söyledi: "Sizinle konuştuktan sonra içim rahat etmedi. Ekibimi uyandırdım. 3 kişi harita ve en güncel rapor üzerinde 15 dakika kadar çalıştık. Önerimiz gerçek rotanızı biraz daha doğuya almanız. Zira; söz konusu koordinatların kuzeyinde hava oldukça kötü gözüküyor. Kendinizi güvene almış olursunuz. Güvenli seyirler dilerim Türkler." dedi. Teşekkür ettik kendisine.

Ben bu olaydan çok etkilendim. Günlerdir teknede bulunan benden başka iki
Arızalanmış bir yelkenleye yardım eli uzanmış.
arkadaşım dışında hiç kimse görmüyorken, koca okyanusun ve o tarif edilemez gök kubbenin altında ne kadar aciz olduğumu yeni yeni idrak ediyorken; hayatımda hiç görmediğim, tanımadığım bir insan içi rahat etmiyor diye ekibini uyandırıyor ve bize tekrar anons geçme zahmetinde bulunuyor. İnsan olmakla gurur duydum; inanın. Güç aldım, moral depoladım. Ama, itiraf etmeliyim ki zaman içerisinde şunu gördüm: zaten denizcilik böyle bir şey.


DENİZCİ AMATÖRDÜR



Kulüpyelken.blogspot.com adresinde bloğu olan Gürhan arkadaşımızın bir görüşünü aktarmak isterim.



"Amatörlüğün gerçek tanımı bir işi keyif için, hobi için yapmaktır. Yani ticari bir beklenti olmadan, para kazanma amacı olmadan yapılan işler için kullanılır. Para kazanılarak yapılan iş ise profesyonel olarak adlandırılır. Yani profesyoneller bir işi çok iyi yapar, amatörler ise bilgisizdir ve yetersizdir gibi bir tanım söz konusu değildir."

Çok güzel bir tespit! Hatta bence tüm denizciler amatördür. Her ne kadar bundan para kazanan profesyoneller olsa da hayatta, içlerine ruhuna işleyen tuzlu suyun kokusu peşlerini bırakmaz ruhlarının. 

Amatörlük de bu kültürün en önemli temel taşıdır. Aksi taktirde, hiç kimse mutluluğu, zorlukları tanımadığı insanlarla paylaşmayı bilmez, tercih etmez. 

Sonuç olarak; denizci ahım şahım bir karakter değildir. Mütevazi ve basittir. Bundan da rahatsız olmaz. İçinde bulunduğu sistemde çok küçük ve aciz olduğunu bilir, yersiz güç gösterilerinde bulunmaz; uyum sağlar. Lakin; henüz toysa ve sadece denizde yaşamıyorsa çelişkiler yaşar. Sonuçta, şehir hayatının da kendine ait bir kültürü vardır. Zorlanır. Belki de işte bu yüzden; marinaya arabalarıyla ulaşmaya çalışırken birbirine korna çalıp küfürleşen , denize açıldıktan sonra tekneleriyle karşılaşınca da hiç tanışmamış olmalarına rağmen selamlaşarak devam eden iki insan görebilirsiniz. Zira, asfaltın kültürü farklı, denizin kültürü farklı.

Ha, denizde magandalar yok mu? Var... Başka bir yazıda...



Sevgi ve Saygıyla,



Emre Başkan

3 yorum:

  1. " Sonuç olarak; denizci ahım şahım bir karakter değildir. Mütevazi ve basittir. Bundan da rahatsız olmaz. İçinde bulunduğu sistemde çok küçük ve aciz olduğunu bilir, yersiz güç gösterilerinde bulunmaz; uyum sağlar. "

    Bu paragraf harika özetlemiş bir denizcinin içinde bulunduğu durumu ve karakterini.

    Denizcinin mütevazi, sıcak kanlı, yardımsever oluşu ve denizci kümesi altında toplanan insanların birbirine olan 'dünya dışı' davranışları, hiç şüphe yok ki yelkenciliğe ve denizciliğe tutkuyla bağlanmanın çok önemli bir sebebi.

    Harika bir yazı olmuş



    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gürhan, çok teşekkür ederim. Ben de seni ilgi ile izliyorum.

      Sil
    2. Ve evet; dediğin çok doğru. O kültür ve yardımlaşma durumu beni her zaman çok etkiliyor. Hala çok şey öğreniyorum etrafımdakilerden ve çok şükür denizcilik konusunda hep çok doğru ve iyi insanlarla karşılaşıyorum.

      Sil