29 Ağustos 2013 Perşembe

BEN KİMİM?



Ben Emre :)

Saint-Joseph Lisesi'nden 1999 yılında mezun oldum. Sonrasında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü yüksek onur belgesiyle bitirdim. üksek linsans olarak da Sabancı Üniversitesi ve MIT'nin ortak yürüttüğü bir Executive MBA programını tamamladım. 

2005 yılında Anadolu Grubu'nda çalışmaya başladım. İlk senelerde Holding'te çalıştıktan sonra Efes Pilsen bünyesinde önce satışta, sonra da pazarlamada bulundum. 2013 yılında ise istifa ettim.

Neyse, sıkıcı konuları geçelim; asıl bana gelelim.



1980 doğumluyum. Çocukluğumdan beri suyu çok sevdiğim söylenir. Çok enteresan; en sevdiğim renk mavidir. Deniz mavisi. Belki de Efes'i bu yüzden bu kadar çok sevdim. Benim için Efes'in mavisi her zaman bir başka olmuştur. Orada emeği geçen herkesin imzalarından oluşur bu mavi benim için.

Peki neden istifa ettim Efes'ten? Sağlığımı kaybettim. Hastanelerde ve yatağımda çok zaman geçirdim. Çünkü; ben çalışmak için yaşayan biriydim. Yaşamak için çalışmak varmış... Bu ikisinin farkını idrak ettim.

Neyse... Daha tam anlamıyla yüzemezken denizle ilk buluşmam ben daha küçücükken, ıspanak yemeyi reddettiğimde gerçekleşmiş. Büyükbabamlar Küçükyalı'da oturuyordu o zamanlar. Anadolu yakasında şu an bulunan sahil yolu için bildiğiniz gibi zemin doldurma işlemiyle kara genişletilmişti. O zamanlar daha zemin doldurulmamış, kıyı şeridinde bulunan her bina, her apartman denize bitişik... Rahmetli büyükbabamlar yeşil bir apartmanda oturuyorlardı: Yalı Apartmanı. İsmi bile havalı... Apartmanın önünde de bir iskele vardı. Ben ıspanak yemeyi reddettiğimde annem ve babam beni sandala bindirirmiş. Babam kürek çekerken ben de ağlamayı kesip keyifle ıspanağımı yermişim.

İlkokul, orta okul süreçlerinde teyzemlerin güneydeki teknesiyle 2-3 kere mavi yolculuk yapmışlığımız vardı. Hiç unutmam, Bahattin Kaptan beni teknenin ikinci miçosu ilan etmişti. Zira, herkes saat 10-11'lere kadar uyurken, ben ve Mehmet Miço sabah 5'te kalkar akşamdan attığımız ağı toplardık. Bir de vakit kalırsa zıpkınla ahtapot avına çıkan Mehmet'in peşine takılırdım.

Yelkenle tam anlamıyla ilk tanışmam ise 19 yaşımı buldu malesef. Lise mezuniyeti sonrasında arkadaşlarla Kemer'de gittiğimiz tatil köyündeki su sporları tesisinde laser ve radial kullandım. Sonra da kopamadım.

İstanbul'a döndükten sonra Hobie Cat katamaranlarla denize çıkmaya başladım. Burada hocam, zamanının milli yelkencilerinden Cihan adlı bir arkadaştı. Derler boyunca iyi bir elektrik yakaladık. Karşılıklı güzel bir enerji tutturduğumuz için Cihan benden ders ücreti almadan beraber denize açılmak istediğini söyledi. Sağolsun kendisinden çok şey öğrendim.

İlerleyen zamanda, bareboat tipi yelkenlilerin daha komplike olduğunu ve bu konuda dersler almam gerektiğini gördüm. Ancak, tekne hayallerime ulaşabilmek için para biriktiriyordum ve buna ayıracak bir kaynağım yoktu. Bu nedenle, ders veren teknelere gözlemci olarak katıldım ve getir götür işlerine yardım ettim. Bu zaman zarfında yelkenle ilgili hiç bir uygulamaya dahil olamadım; lakin, iyice izledim, kendimce notlarımı aldım.

Ve 2010... Onu buldum. Bir çok tekne baktım öncesinde; fakat, nedense hiç birine içim ısınamadı. Çok değerli arkadaşım Bora'nın bir mailde gönderdiği tekneye ise hayran oldum: Bavaria Cruiser 32. Fiyatına baktım, yıllarca biriktirdiğim param yetmedi. Çok sevgili babacığım bana ortak oldu. Pazarlığa gittik, çok çok iyi bir fiyat aldım ve 6 Eylül 2010 yılında Le Petit Prince 1 tersaneden çıktı...

İşte o günden sonra hayatım değişti. Denizcilik konusunda her zaman iyi insanlarla tanıştım. Şanslıydım. O zaman çalıştığım şirkete bir yelken takımı kurduk. Yarışlara dahil olduk. Mükemmel bir takım ruhu yakaladık. Beraber zorlandık, beraber kazandık. Yelken camiasında çevrem genişledi. Merak ettiğim konuları sorabileceğim, danışabileceğim insanlar arttı. Denizcilik kültürünü tattım ve hayran kaldım. 2013 yılına kadar kısa-orta ve uzun menzilli rotalara çıktım. Ancak, 2013 Mayıs'ı yine bir dönüm noktası benim için: 3 kişilik bir ekiple toplam 4.000 deniz mili yaparak Atlantik Okyanusu'nu geçtik. Ve açık deniz kaptanı oldum.

Şu an bakıyorum da, 2010'dan bu yana yaklaşık 10.000 deniz mili yol yapmışım. Bunların her birinde sayısız huzurlar, mutluluklar, keşfetme duygusu var. Sadece tabiatı ve dünyayı keşfetmekten bahsetmiyorum tabii ki. Her ne zaman halatları mayna etsem, kendi dünyamda garip ve gizemli bir yolculuğa çıktım. Bunun sonuçları beni zaman zaman şaşırttı, bazen de ciddi anlamda sarstı. İçinde yaşadığımız sofistike hayatta, kendime zaman ayırmanın, kendim için yorulmanın büyük bir lüks olduğunu gördüm. Olgunlaştım. Dinginleştim. Çocuklaştım. Basitleştim. Her şeyden öte, kendimi artılarımla eksilerimle daha iyi tanıdığımdan; daha güçlü hissettim.

Ve mutluluklarımın paylaştıkça büyüdüğünü öğrendim. 









Yani kısaca kendimi tanıtmam gerekirse...

Ben Emre: Denizde mutlu olan, orada olmak için her fırsatı kollayan basit bir insan işte. :)

Memnun oldum.





Sevgi ve Saygıyla,

Emre Başkan


  

1 yorum:

  1. Sevgili Emre,

    Röportajını ve yaşam öykünü okudum. Öncelikle seni kutluyorum. Denize ve yelkene gönül vermiş olmanın ötesinde, bu duygu ve düşüncelerini sitende paylaştığın için. Ortak noktalarımız da var. Ben de Saint Joseph'liyim. Mezuniyetim 1971. 1965-1970 döneminde yelken ile uğraştım. Snipe, şimdi yok. Sonra Fransaya okumaya gittim, işe girdim, koptum denizden yelkenden. 2013'te emekli olduktan sonra tekrar denize ve yelkene döndüm. MYK'da bu konuda faaliyetlerim var, bir de Platu25'im. Hafta sonları, bazen de hafta içinde MYK sahildeyim. Bu siteyi sürekli izleyeceğim. Seni bir kez daha kutluyor ve yanaklarından öpüyorum. Sevgtilerimle

    YanıtlaSil