DENİZ SENİN AYNANDIR
Geçen ayki yazımızda konfor
alanı ve yelken konusuna değinmiş, yelkenin hayat ile olan benzerliklerini irdelemeye
başlamıştık. Bu ayki konumuz ise “kendini tanımak ve bilmek”.
Lütfen bu yazının devamını
okumadan önce durun ve kendinize şu soruyu sorun. Kendinize dürüst bir cevap
vereceğinize eminim: “Kendinizi gerçekten tanıyor musunuz?”
Parçası olduğumuz hayatın
temposunu ve karmaşasını düşününce bunun çok kolay olmadığına inanıyorum. Neden
mi?
Bir bebeğin dünyaya gözlerini
açtığı anı düşünün… Hiç tanımadığı, bilmediği bir ortama giriyor. Kim bilir
neler hissediyordur o an. Bebek ilk andan itibaren atmosfer dahil her şeye
adapte olmaya çalışıyor. Bir derdi olduğunda tam olarak anlatamıyor, sadece
ağlayarak dikkat çekmeye çalışıyor. Belki bu ihtiyaçla, hızla etrafındakilerin
çıkardıkları seslerde anlam arayarak o lisanı öğreniyor. Yürümeyi öğrendikten
sonra da etrafını daha rahat keşfetmeye başlıyor. Ama, sen misin yürüyen? Hemen
ana okuluna gönderiliyor ve yine yeni ortamlara ayak uydurmaya çalışıyor.
Sonrasında sınavlar, okullar… 20’li yaşlardan sonra ise başka bir travmatik
tempo geliyor hayata: iş, aile, çocuklar, statüler, vs. Kısacası ilk doğduğumuz
andan itibaren etrafımızda olup bitenleri, bir anda dahil olduğumuz hazır
sistemi, bizim adımıza doğru olduğu düşünülen şeyleri yapmak, anlamak ve onlara
ayak uydurmakla geçiyor bir ömür… Tüm odağımız dış dünyaya yönelmiş… Atladığımız
şey ise genelde kendimiz oluyoruz. İnanın bana, böyle bir hayatta bir insanın kendisini
gerçek anlamıyla tanıması çok zor bir şey.
Ben de kendimi çok iyi
tanıdığımı iddia edemem. Ancak, çok açık şekilde şunu söyleyebilirim: hayatıma
yelken girdikten sonra kendimi çok daha iyi tanıyorum.
KENDİNİ TANIMAK
Biraz kendini tanıma
konusunun neden bu kadar önemli olduğunu irdeleyelim. Bu kavram aslına
bakarsanız felsefenin temellerinden biri denilebilir. Delfi’deki Apollo Tapınağı’nın
avlusundaki duvarlarında “Kendini Tanı” sözünü görebilirsiniz. Ben bir
“tapınağın” duvarında böyle bir öğretinin yazdığını farkettiğimde bundan çok
etkilenmiştim. Diğer yandan, “kendini tanıma” özellikle Platon ve Sokrates
arasındaki felsefi sohbetlerde de üzerinde sık sık durulan bir kavram olmuştur.
İsterseniz, felsefeyi bir
kenara bırakalım ve popüler kültür ürünlerinden biri olan Matrix üzerinden
konuyu biraz daha irdeleyelim. “O” olduğu düşünülerek sistemden kaçırılan ve gerçek
hayatla tanıştırılan Neo kahine götürülür. Amaç, Neo’nun “O” olup olmadığını
öğrenmektir. Kahinimiz o sırada mutfağında lezzetli kurabiylerini
pişirmektedir. Neo içeri girer ve biraz sohbet ettikten sonra tüm zihnini
kemiren soruyu sorar: “Ben “O” muyum?”. Kahin bu soruya soğukkanlılıkla şu
cevabı verir: “Bunu ancak sen bilebilirsin Neo.” Bilmem dikkatinizi çekmiş
midir, bu konuşmalar sürerken mutfağın girişinde bir yazı gözükür. Burada “Know
Thyself” yani “Kendini Bil” yazmaktadır. Neo, büyük bir hayal kırıklığı ile
kendine olan güveni sarsılmış şekilde kahinin evinden çıkar.
Bu çok normaldir; çünkü, Neo
örneğinde de gördüğümüz gibi bizler genelde dışarıdan aldığımız yorumlarla
kendimizi keşfetmeye çalışırız? Etrafımızdaki insanlardan övgüler alınca bunu
manevi bir ödül olarak kabul edip motivasyonumuzun yükseldiğini hissederiz.
Hatta, etrafımızda genelde bizlere güzel sözler sarfeden insanları tutmayı
tercih ederiz. Eğer onlardan istediklerimizi duyamazsak da bir anda moralimiz bozulur.
Ve belki de yavaş yavaş onlardan uzaklaşmaya başlarız. Halbuki, gözden
kaçırdığımız konu insanların dediklerine kulak vereceğimiz zamanı kendimizi
gerçek anlamda kuvvetli ve zayıf yönlerimizle tanımaya harcasak, dışa
bağımlılığı azalan çok daha güçlü insanlar olabiliriz.
İÇİMİZDEKİ DENİZ
Hobi, yarışlar ve iş
vesilesiyle sık sık denizlere açılan biriyim. Ama, açık deniz seyrinin bendeki
yeri çok başkadır. Açıklarda seyir yaparken kendinizle baş başa kalabileceğiniz
çok fazla zamanınız olur. Telefonunuz genelde çekmez. Dikkatinizi dağıtacak
mesajlar almazsınız, sosyal medyadan uzak durmak zorunda kalırsınız. Televizyon
gibi sizi oyalayacak bir araç da yoktur. “Haydi biraz gezip tozayım, kafayı
dağıtayım” diyebileceğiniz yerler çok geride kalmıştır. Size cömertçe
güzelliklerini sergileyen doğayla başbaşasınızdır ve yalnızca ona uyum
sağlamaya çalışırsınız. Karada bıraktığınız hayatınızla ve sevdiklerinizle o
andaki tek bağınızın dümen suyunuzda kalan iz olduğunu düşünürsünüz. Sanki
sizler ve onlar arasındaki bir bağmış gibi… Yalnız olduğunuzu hissedersiniz.
Açıkçası, bunu ilk
hissettiğimde garip bir korku içine girmiştim. İlk aşamada, bu histen kaçmak
için hemen bir şeylerle kendimi oyalamaya çalışmıştım. Çok iyi hatırlıyorum; bir
kahve yapmıştım. Sonra, bir tane daha… Bir tane daha… Fazla kafeinle
yüklendiğimi fark edince başka şeylerle kafamı dağıtmaya çalışmıştım. Anlık da
olsa, bunu başarmıştım. Ancak, açık deniz seyri bu… Öyle birkaç saatlik bir
seyahat değil. Rotanıza göre bazen günlerce bazen de 1 ayı aşkın sürebiliyor.
Zaman geçiyor ve tüm seyahati kahve-kitap-temizlik, teçhizatınızı elden
geçirmek gibi konularla dolduramayacağınızı anlıyorsunuz.
İkinci aşamada, teknenin bir
köşesine geçip etrafınızı seyretmeye başlıyorsunuz. Zamanla, içinde
bulunduğunuz doğanın ne kadar mükemmel olduğunu fark ediyorsunuz. Bulutların
detaylarına bakıp onları bir şeylere benzetmeye çalışıyorsunuz. Su şırıltısında
ruhunuzu rahatlatırken, ufukta yunusları arıyorsunuz. İçinizdeki o yalnızlık
hissi azalmış oluyor. Etrafınızdaki güzelliklerin tadını çıkarmaya
odaklanıyorsunuz.
Son aşamada ise bahsi geçen
yalnızlık hissinden kaçmak yerine, onunla yüzleşmeye başlıyorsunuz. Zamanla
şunu farkediyorsunuz; aslında yüzleşmekten çekindiğiniz şey yalnızlık değil,
kendinizsiniz. Hayat boyu yaşadığınız problemlerin birçoğunu içinize attığınızı
görüyorsunuz. Hani bazılarımız dibini göremedikleri karanlık denizlerde
yüzmekten korkar ya; kendi benliğinizin de aynen böyle olduğunu anlıyorsunuz.
Problemlerinizi dibi görünmeyen bir denizin karanlıklarına bırakmışsınız,
bazılarını unutmuşsunuz bile… İçinizdeki dibi gözükmeyen deniz korkutuyor sizi;
ama, orada yüzmeye başlıyorsunuz… Bir şekilde üzerinde seyrettiğiniz deniz
sizin aynanız oluyor ve aynen yansıttığı mehtap ya da güneş ışığı gibi sizi
yansıtmaya başlıyor. Her şey birer birer su yüzüne çıkmaya başlıyor. İnanın
bana bu çok zor bir süreç. O an, yanımda birileri olsaydı da tartışsaydım
dediğim çok oldu… Kolaya kaçıp, “geçer
gider, merak etme, sen her şeyin üstesinden gelirsin” diyen ailenizin,
dostlarınızın eksikliğini hissediyorsunuz. Denizin dürüstlüğü ve direktliği
sizi zorluyor. Sonuçta, o size neyseniz onu yansıtıyor. Ne azıyla, ne fazlasıyla…
Ne yererek, ne överek… Kısa ve öz şekilde, güçlü olduğunuz noktaları
hatırlamanızı, zaaflarınızla da kabullenmenizi sağlıyor.
Deniz sadece içinizdeki
karanlığı aydınlatmakla kalmıyor. Sabırlı olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz, bir
anda rüzgarınız kesiliyor… Bir günde gideceğiniz rotayı üç güne uzatıyor,
sabrınızı sınıyor. Dayanıklıyım mı diyorsunuz? Bir hava kaçağı seriliyor
önünüze, doğanın gücüne kaç saat dayanabileceğinizi test ediyor. Ben bu işi
biliyorum mu diyorsunuz? Önünüze hiç karşılaşmadığınız problemler sunuyor ve
denizi öğrenmenin, tanımanın sonu olmadığını anlatıyor size… Her seferinde sizi
biraz daha zorluyor; ama, sınırlarınızı genişletiyor ve sizi olgunlaştırıyor.
Krishnamurti’yi bilir
misiniz? Kendisi 13 yaşında “dünya öğretmeni” vasfı verilmiş bir kişi ve şunu
söylüyor: “hepimiz ikinci el insanlarız”. Bundan kastı, dünyada oturmuş olan
bir sisteme katılmış olmamız ve her şeyi hali hazırda bilen kişilerden
öğrenmemiz, sonuç olarak da keşfetmekten uzaklaşmamız. Haksız da değil sanki?
Örneğin; eşinizle dostunuzla son zamanlarda revaçta olan Thassos’a gideceksiniz
diyelim. Hemen, oraya gitmiş bir arkadaşımızı buluyoruz ve nereler güzel diye
soruyoruz. Oraya gidip, kendi arzumuza göre keşfetmeye yeltenmiyoruz. Genelde
danışarak, hazıra konan adımlar atmayı yeğliyoruz. Maalesef bunu sadece
tatillerimizde değil, kendimize karşı da yapıyoruz. Hayatın koşturmacası,
kendimize yönelecek nefes bırakmıyor hiçbirimizde. Bir düzen tutturup, her
şeyle ilgilenmeye çalışırken kendimizi unutmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Kısaca, söylemek istediğim şey bu…
Bu yolda da denizin ve
yelkenin çok güzel bir araç olduğuna inanıyorum. Sonuçta deniz dürüsttür. Ve
emin olun her insandan daha fazla dürüsttür. Size hem kendinize hem de
başkalarına karşı dürüst olmayı öğretir. Alışık olduğunuz gibi “sen her şeyin
iyisini yaparsın” demez. Dediğim gibi; deniz size güçlü yanlarınızı fark
etmenize yardımcı olur. Diğer yandan, her türlü zayıflığınızı da yüzünüze vurur
ve eksik yönlerinizi hissetmenizi, anlamanızı ve özümsemenizi de sağlar. Bunu
sizi küçümseyerek yapmaz. O sadece sizin aynanız olur. Bazen sarsılırsınız.
Hatta korkarsınız. Biraz yalnız hissedersiniz.
Çünkü, etrafınızdakilerin ve sevdiklerinizin size destek olma güdüsüyle
söyledikleri kadar güçlü olmadığınızı anlarsınız. Egolarınız zarar görebilir ve
birçoğundan sıyrılma sürecine girersiniz. Elbette ki, hepsinden
sıyrılamazsınız. Ama, en azından içinde bulunduğunuz uçsuz bucaksız evreni
farkedersiniz ve aslında ne kadar küçük olduğunuzu anlarsınız. Bu şekilde “dünyaları
ben yarattım” fikrinden uzaklaşırsınız. Sırtınızda taşıdığınız kurgusal yükleri
birer birer denize atarsınız. Zamanla, korkularınızdan sıyrılmaya
başlarsınız. Güçlü yönlerini ve
zaaflarını daha iyi tanıyan siz artık daha güçlüsünüzdür. Önünüze çıkan
problemleri içinizdeki bu yalınlıkla çözmeye çalışmayı öğrenmişsinizdir.
Ben etrafımdaki yelkenle
ilgilenen ve ona kendilerinin aynası gibi bakabilen denizcilerin karşılarına
bir problem çıktığında hayıflandığını hiç görmedim. Bazıları denizcileri gereğinden
fazla kendine güvenli insanlar olarak tanımlar. Hayır; onlar içlerindeki derin
denizlerdeki benlikleri ile yüzleşmiş ve o korkuları aşmıştırlar. İkinci el olmaktan
çıkmış, artılarıyla eksileriyle kendilerini tanımaya başlamış gıcır gıcır
birinci el insan olma yolunda adımlar atmışlardır. Hayattaki her şeyi hırslarla
donatmamak gerektiğini, sadece kendileri olarak yaşamdan daha fazla keyif
alabileceklerini ve ruhlarını besleyebileceklerini öğrenmişlerdir. İşte,
denizcinin kendine güveni, yere ayağını daha sağlam basması, soğukkanlı olması
da tam olarak bundandır… Neo’nun girdiği mutfağın duvarında “Kendini Bil”
yazarken; denizcinin ruhunda deniz tuzuyla yazılmıştır bu söz.
Deniz dürüsttür. Sizin
aynanız olur. Neyseniz, sizi öyle yansıtır. Ne yerer, ne yüceltir. Bu süreç
hayatta aldığınız birçok eğitimden daha verimlidir. Elbette, denize bu açıdan
bakmaya, onun size anlattıklarını anlamaya çalışırsanız.
Hayatta pruvanız hep neta
olsun.
Sevgi ve Saygıyla,
Emre Başkan
"Bay Lee Ben (Kredi Görevlisi) ile tanıştırıldığımda, pazara ilk kez ev alıcısı olarak giriyordum. İhtiyaçlarım biraz farklıydı ve bana ön onay mektubumu göndermeden önce birçok sorum vardı , bunun ne anlama geldiği ve nelerin değişebileceği hakkında benimle konuşmak için aradı. Kendisini hemen hemen her saatte e-posta ve kısa mesaj yoluyla bana sundu, çok duyarlı ve bilgiliydi. O da çok açık sözlü, kapanış zamanı ve diğer ayrıntılar açısından beklentilerimin ne olduğunu ona açıkladım. Bu beklentileri karşılayacağını söyledi ama onları aştı. O kadar çabuk kapattım ki emlakçım ve satıcı elbette bu konuda heyecanlandı. Ancak bir alıcı olarak, süreçte kısa ve öz bir şekilde yürümekten memnun oldum. Ön onaydan kapanışa kadar yolculuk o kadar kusursuzdu ve kendimi şanslı sayıyorum çünkü internet hakkında korku hikayeleri duydum. Herhangi bir pazarda kredi arayan herkese bir kredi memuru Ben Lee iletişim e-postası: 247officedept@gmail.com & Whatsapp Numarası: + 1-989-394-3740 öneririm. Her şey elektronik olarak amaca uygun ve güvenli bir şekilde ele alındı :) ”
YanıtlaSil