30 Ocak 2015 Cuma

KONTROL DELİSİ MİSİNİZ? İLACINIZ YELKEN! (Naviga Yazıları, Kasım 2014)



Yelkeni ve kişisel gelişimi birlikte ele aldığımız köşemizde, bu ay hem özel hem de iş hayatımıza dair bir konu üzerinde duracağız: kontrol etme dürtüsü.

Kabul edelim; modern hayat içinde o kadar çok unsur barındırıyor ki bazen içinde kaybolduğumuz hissine kapılabiliyoruz. Bir düşünün lütfen; kendi yaşamınızda kafa yormaya çalıştığınız, planlı ya da plansız olarak zaman ayırdığınız, 24 saatinizden pay alan neler var? Ben kendimden örnek vereyim; ailem, arkadaşlarım, kedimiz Gezi, sağlığım, işim, müşterilerim, evim, arabam, nasıl olduğunu anlayamasam da her gün artan sayıda faturalar, ödemeler, ekonomik durum, dünyada olup bitenler, “ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali?”, “bu ülke nereye gidiyor”lar, vs. Emin olun bunlar şu an aklıma gelenler. Unutmayın; hayatımızda ne kadar fazla unsur varsa hakim olmamız gereken konu ve kontrol etmemiz gereken etkenler artıyor. Komplike bir hayat değil mi?...


Bu kadar farklı ve çok sayıda değişkenin olduğu hayatta her şeyle hakkını vererek ilgilenebilmemiz mümkün değil. Çocuğumuzla bile… Ben bu konunun hepimiz içinde bir travma olduğuna inanıyorum. Psikolog arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde de bu düşüncemde hemfikir olduğumuzu söylemek isterim.

Peki bu travmayı nasıl dengeliyoruz dersiniz? Birçok yolu var elbette. Bunlardan biri de kontrol edebilme hissi. Her şeyin kontrolümüz altında olduğunu düşünmemiz bu probleme karşı iyi hissetmemizi sağlıyor. Halbuki bu bir illüzyondan başka bir şey değil…

KONTROL ETME DÜRTÜSÜ

Bir örnekle devam edelim. Ofistesiniz, haftalardır hazırlandığınız önemli bir değerlendirme toplantısı var. Sunumunuz hazır. Günlerdir her rapordaki yüzdeleri, rakamları, her türlü veriyi ezberlemişsiniz. Sonuçta kimse kendisine gelebilecek bir soruda konuya hakim olmadığı hissi yaratmak istemez değil mi? Yönetim size bir soru yönelttiğinde soru çok basit ve net olsa da, gelen sorulara farklı raporlardaki rakamlardan örnekler vererek cevap veriyorsunuz. Bu yaklaşımınız konuyu belki biraz dağıtıyor belki; ama yönetime her şeyin kontrolünüzün altında olduğunu ve birçok konudan anladığınızı hissettirmeyi arzuluyorsunuz. Bunu yapıyorsunuz çünkü farkında olmasanız bile bunun sizi rahat hissettireceğini biliyorsunuz. Kabul edelim, hepimizin bir egosu var. Alacağımız takdirler egomuzu tatminediyor. Toplantıda bu gibi adımları atıyorsunuz ve hedeflediğiniz olumlu imajı oluşturmuş olarak koridorda kendine güvenli şekilde ilerliyorsunuz. Ama şunu kaçırıyorsunuz: bu illüzyon sizin haftalardır işinizi geliştirmek için yeni şeyler yapmanıza, düşünmenize engel oldu. Geçmişteki rakamları derlemekle ve ezberlemekle uğraştınız. Piyasa ve pazar elbette ki sizin bu çalışmaları yapmanızı beklemedi. Yürüdü gitti. Firmanız ise aslında sizin sorumlu olduğunuz konularda 1 hafta boyunca yerinde saydı.

Başka bir örnek verelim… Hafta içindeki iş koşturmacasından dolayı kişisel ve ailevi işlerinizin hiçbirini halledemediniz. Aldığınız zaman yönetimi eğitimlerinden öğrenmiş olduğunuz tekniklerle Cumartesi gününü bu işleri takviminizden çıkarabilmek üzere doldurdunuz. Zincirleme bir programla üzerinizdeki yükü atmak için her türlü planı yaptınız. Plan yapmış olmanız sizde her şeyin kontrolünüz altında olduğu hissini kuvvetlendirecektir. Cumartesi günü geldiğinde ise, hava durumunun kötü olması nedeniyle işlerinizin çoğunu halledemiyorsunuz. Nasıl hissedersiniz? Ben içtenlikle cevap vereyim; eski Emre olsa çıldırırdı. Her şeyi planlamış, ince ayrıntıları düşünmüş olmasına rağmen hedeflediği işleri bitirememiş olması onu gerçekten kötü hissettirirdi. Stresi artardı. Evdeki suratı bin karış olurdu.

İlk örnekte kontrolün elimizde olduğunu düşünerek egomuzu tatmin ettiğimiz, takdir topladığımız; ama aslında yerimizde saydığımız verimsiz bir durum üzerinde durduk. İkincisinde ise kontrol güdümüzle her şeyi planladığımız ve işlerin düşündüğümüz gibi gitmediği, sonucunda stres küpü haline geldiğimiz bir süreci kısaca irdeledik.

Peki, neden böyle oluyor dersiniz? Cevabı çok basit… Her şeyi kontrol ettiğimizi düşünmemiz büyük bir illüzyon. Sevgili okurlarım, şimdi rahatlayın ve birçok şeyin kontrolümüz altında olmadığını kendinize itiraf edin.

KONTROL DÜRTÜSÜNÜN PANZEHİRİ: YELKEN

Bir şeyi ne kadar fazla tekrarlarsanız, düşünceleriniz ve davranışlarınız da o yönde değişir. Bazen bunu kasıtlı yaparsınız, bazen de farkında olmadan yaparsınız. Benim hayatıma yelken girdiğinden beri yaşamımda çok olumlu gelişmeler oldu. Başta bunların yelkenle ilintili olduğunun farkında değildim. Ancak, özellikle teknede yalnız geçirdiğim saatlerde Nietzsche’nin kozmik perspektifi yaklaşımındaki gibi zihnimi, ruhumu biraz yukarı çıkarıp kendime uzaktan, başka bir gözden bakmaya çalıştım. Zaman içinde yelkenin özel ve iş hayatıma dair neler öğrettiğini fark etmeye başladım.

Eskiden kontrol delisi olan ben, zaman içerisinde evrilmiştim sanki. Daha rahattım. Bunu gamsızlık olarak düşünmemek lazım. Hala sorumluluklarımın farkındaydım ve geçmişe göre birçok işimi çok daha verimli şekilde halledebiliyordum. Yani stresim azalmıştı ve daha sonuç odaklıydım.

Denize her çıkışımda dili olmayan yelkenlim Küçük Prens, ben farkında olmadan benim davranış kodlarımı ve hayat algımı değiştirmişti. Kontrol edebildiğim şeyler kadar, hiçbir zaman kontrol edemeyeceğim unsurlar olduğunu öğretmişti bana. Yelkene aşina olanlar eminim farkındadır; ancak ben düşüncelerinizi toparlayabilmek adına size aşağıdaki tabloyu sunmak isterim.

Yelkenli Teknede Kontrol Edilebilir Unsurlar

Günümüz mühendisliği bizlere bu öğeleri yöneterek teknemizi verimli şekilde kontrol edebilmemizi sağlıyor. Bu maddeler teknenizdeki donanımlara göre elbette ki artırılabilir. Ancak, klasik anlamda bu örnekler üzerinden ilerlememiz sizlere ne anlatmak istediğimi daha kolay netleştirecektir.

Diğer yandan, yelken yapan birinin kontrol edemediği unsurlar da mevcuttur.

Yelkende Kontrol Edilemez Unsurlar

Bir önceki tablodakiler gibi bunlar da tartışılabilir ve üzerine eklemeler yapılabilir konular.

Gelelim işin özüne… Yine kendimden bir örnek vererek anlatmak isterim.

Yelkene ilk başladığımda, seyahat sürecinin beni biraz rahatsız ettiğini söylemem lazım. Hızlı bir tempoda yaşayan biri olarak seyirdeki yavaşlık canımı sıkabiliyordu. Hatta rotamı çalıştıktan sonra coğrafi ya da meteorolojik olarak değişebilen hava koşulları zaten yavaş geçen gezimi iyice uzatıyor, planladığım zamandan daha geç karada olmama neden oluyordu. Sırf bu yüzden hava yelkene uygun olsa bile motor seyri yaptığım rotaları anımsayabiliyorum… Dediğim gibi hızlı bir hayatı olan biri olarak bu kadar yavaşlık beni rahatsız ediyordu. Hele bunun üzerine kontrol edemediğim unsurların kendini her fırsatta belli etmesi beni çileden çıkarabiliyordu.

Ben böyle kendimi yiye durayım, Efes Sailing bünyesinde lisanslı olarak yarışmaya başladım. İlk yarışlarda “yarış herhalde saat 4 gibi biter” diyerek hemen 1 saat sonrasına arkadaşlarımla randevulaştığım çok oldu. Ama planlananla tecrübe edilen yine aynı olmadı. Birçok yarışta 3 ila 4 saat rüzgar beklediğimiz oldu. Tahmin edersiniz ki, sözleştiğim randevular da heba oldu…

Bu çelişkiler beni düşünmeye itti. Hızlı yaşam tarzımla farklılıklar gösteren; ancak, beni rahatlatan, ruhumu dinlendiren, heyecanlandıran bir deniz vardı karşımda… Bir karar vermeliydim: tamam mı, devam mı? Onu anlamaya karar verdim. O sırada da aslında denizin bana aynen bir yaşam koçu gibi hayatı anlattığını gördüm.

Denizde her şey kontrol edilebilir değildi. Yürüyen bir sistem vardı. Orada var olmak istiyorsam onlara ayak uydurmak zorundaydım. Ve tabii ki, kontrol edemediğim unsurların benim hayat tiyatrosundaki güçlü rolümden çok daha güçlü olabildiklerini kabullenmeliydim... Bu sahnede doğru yaşayabilmek için kontrol edebileceğim konuları daha iyi öğrenip, elimde olmayan unsurlara daha iyi uyum sağlamalıydım.

Sonrasında bu yolda somut adımlar attım. Bunu yaparken de Stephen R. Covey’in kaleme aldığı “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” adlı kitaptaki bir modeli kullandım. Stephen R. Covey insanların güç odaklarını incelerken iki kavram kullanır: etki ve ilgi alanı. Etki alanımız bizlerin birebir inisiyatifinde olan ve alacağımız kararlarla yönünü değiştirebileceğimiz konulara karşılık geliyor. İlgi alanımız ise kontrolü elimizde olmayan; ancak iş yaptığımız konuyu etkileyebilecek unsurlar olarak tanımlanıyor. Yazar, daha etkin insanlar olabilmemiz için etki alanımıza, ilgi alanımızdan daha çok vakit ayırmamız gerektiğini söylüyor ve etkinliği yüksek kişilerin etki alanlarında uzmanlaşmayı tercih ettiğini savunuyor. Bu insanların ilgi alanlarını hiçbir zaman göz ardı etmediğinin de altını çiziyor. Etkili insanların dış etkenleri okuyabilecek, işlerini nasıl etkileyebileceğini anlayacak kadar ilgi alanlarını öğrenmeleri gerektiğini vurguluyor.  Aksi yönde davranış sergileyen insanların etki alanlarındaki görevleri yaparken başarısız olmaları durumunda, suçu “ilgi alanlarındaki” faktörlere attığını söylüyor. Aslında, Stephen R. Covey “şöyle olsaydı, böyle olsaydı”, “şartlar uygun olsaydı” gibi söylemlerle egolarını dengelemeye çalışan insanlardan bahsediyor.

Bu metodu aklımda bulundurarak yelken ile ilgili olarak etki alanlarım üzerine çalışmaya başladım. Olabildiğince mil yapmaya ve teknedeki her pozisyonda tecrübemi artırmaya özen gösterdim. Hayalim olan Atlantik Okyanusu geçişini tecrübeli bir ekibe katılarak gerçekleştirdim. Her fırsatta denize açıldım. Motorla seyir süresini sıfıra indirmeyi hedefledim. Kısa zamanda yelkenlideki kontrol edilebilir unsurlara hakimiyetimin arttığını görmek beni bu konuda daha da motive etti.

Diğer yandan ilgi alanım, yani yelkendeki kontrol edilemez unsurlar üzerine de kendimi eğitmeye başladım. İleri meteoroloji eğitimi aldım. Yaptığım rotalarda akıntılar ve coğrafi unsurların havaya etkileri hakkında kendime notlar aldım. Farklı kaynaklardan olabildiğince fazla bilgi almaya özen gösterdim.Hatta işi daha da ileriye götürdüm; fakat şu günlerde Volvo Ocean Race teknelerini internetteki uygulamadan takip ederken ayrı kaynaklardan bulundukları koordinatlardaki izometrik hava raporlarına bakıyorum, akıntıları izleyerek verebilecekleri stratejik kararları izlemeye çalışıyorum.

YELKEN BENİ NASIL DEĞİŞTİRDİ?

Yelken konusunda etki ve ilgi alanlarım üzerine eğilmeye başladıktan sonra seyirlerimde daha farklı bir Emre görmeye başladım. Daha sabırlı ve yavaşlığa ayak uyduran.. Aslında buna yavaşlık dememek lazım. Doğal akışa ayak uyduruyordum. Sonuçta, kontrol edebildiği unsurlar üzerinde uzmanlaşmaya çalışan biri oluverdim. Eşim bana yarış sabahında “ne zaman dönersin?” diye sorunca, “yarış bitince” gibi ilk bakışta anlaşılmayan derin bir cevap vermeye başlamıştım.

Bu değişimin hayatıma da çok olumlu yansımaları oldu. Yaşadığım hayat ve işimle ilgili etki - ilgi alanlarımı ayrıştırdım. Aynen, yelkenciliğimi geliştirmek için yaptığım gibi bu konular üzerine de planlı şekilde eğildim. Gördüm ki, aceleciliğim törpülenmeye başlamıştı. Yürümem, hatta araba kullanmam bile daha normal hızlara düşmüştü.  Zamanımın çoğunu etki alanıma ayırmaya başlayınca, uzmanlaşmaya çalıştığım alanlarda konsantrasyonum artmaya başladı.

Aslında, yelken bana ekosistem içindeki yerimi anlatmıştı. Her şeyi kontrol edebilmemin mümkün olmadığını öğretmişti. Beni o illüzyondan çıkarmıştı. Hayatta mutlu ve başarılı olabilmek adına tek yapmam gerekenin kontrolüm dışındaki şeylere ayak uydurmam gerektiğini göstermişti. Bunların çoğunu da bana Atlantik’te öğretmişti… Özellikle de aldığımız bir hava raporu sonrasında 3 enlem kuzeyimizde fark ettiğimiz fırtınadan kaçmak için rotamızın ters yönünde güneye doğru yaptığımız 5 günlük seyir sürecinde… Ben o sıralarda “nasıl olur da rotamız bu kadar uzar?” diye kendi kendimi yerken, o havaya yakalanan 3 yelkenlinin kaybolduğu haberini almamızla hayatımın en büyük dersini almıştım.


Hayatta ve denizlerde pruvanız neta olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder