27 Ekim 2014 Pazartesi

NAVİGA YAZILARI // YELKEN HAYATIN TA KENDİSİ (EYLÜL 2014)


ROTAMIZ KONFOR ALANIMIZIN DIŞI


Merhaba; öncelikle uzun süredir izlemekte olduğum ve benim için çok değerli olan Naviga’nın sayfalarından sizlerle buluşuyor olmanın tarif edilemez heyecanını sizlerle paylaşmak isterim. Bu köşede sizlerle yelken ve kişisel gelişim konularını irdeliyor olacağız.

İzninizle öncelikle kendimden bahsedeyim. Ben Emre. 1980 doğumluyum. Eğitim hayatım sonrasında hepimiz gibi bir iş bulup “hayata atılmak” istedim. Anadolu Grubu’na Management Trainee olarak girdim. Orada Finans, İş Geliştirme, İç Denetim ve İnsan Kaynakları alanlarında rotasyona tabi oldum. Sonrasında, Efes Pilsen Satış ve son olarak da Pazarlama Direktörlüğü’nde görev aldım. Birçok disiplinde çalışma ve farklı alanlarda tecrübe edinme şansım oldu. 2013 yılında çok sevdiğim Efes ile olan profesyonel ilişkime bir nokta koyma kararı aldım ve şu anda kendi danışmanlık firmamı yönetiyorum.


Tüm bunlara zaman harcayıp, toplumsal normların bize dikte ettiği kriterlerde bir adam olmaya çalışırken 1999 yılında tanıştığım yelken sporuyla da ilgilenmeye özen gösterdim. Ancak, bu sporu tam anlamıyla hayatıma sokabilmem kendi teknemi satın aldığım 2010 yılını buldu. 6 ay içerisinde yat yarışlarında lisanslı olarak yarışmaya başladım.  2013 yılında ise Atlantik Okyanusu’nu geçme hayalimi gerçekleştirdim. 2014’ün şu günleri itibariyle de 12.000 deniz mili üzerinde yol yapmış biri olarak yelkene ve denize olan sevdam devam ediyor. 3,5 yıllık bir süre zarfı için çekirdek ailesinde denizci bile olmayan biri olarak güzel bir performans. Öyle değil mi?


YELKEN VE KİŞİSEL GELİŞİM


Dediğim gibi, hayatım boyunca direkt ya da dolaylı olarak bana dikte edilen hayatı gerçekleştirmek için didinip durdum. Bu süre zarfında hiçbir zaman “kendi arzuladığım” hayata odaklanamadım. İlkokuldan, Mastıra toplam 20 sene boyunca eğitim aldım. Bunun dışında profesyonel hayatta birçok kurumsal eğitim ve kişisel gelişim programlarına dahil oldum. Ama, şunu gönül rahatlığıyla söylemeliyim ki, yelkenin bana kişisel gelişim adına katkısı bahsetmiş olduğum süreçlerden çok daha farklı ve verimli oldu.

Ben yelkenin kişisel gelişim alanındaki rolüne çok derinden inanıyorum. Hatta, kurmuş olduğum danışmanlık firmamda da yelkeni merkezine alan Marka-İşveren Markası İletişimi ve Kurumsal Gelişim modellerimizle müşterilerimize değer katıyoruz.

Biraz önce de söylediğim gibi, bu köşemizde sizlerle her ay ayrı bir başlık altında yelken ve kişisel gelişim konuları hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım. Bu ayki konumuz; yelken ve konfor alanı.





KONFOR ALANI


Her insan, doğduğu andan itibaren bir güven ve düzen çemberinin içinde yaşamaya başlıyor. Dikkat ederseniz, bu çemberde her şey sistematik. Riskler tanımlanmış ve öngörülebilir durumda. Zira, amaç riskleri minimize etmek. İnsan bu güven çemberi içinde yaşamaya başladıktan sonra, buradan çıkması da zamanla zorlaşıyor. Ben buna konfor alanı diyorum. İş bununla da kalmıyor… Etrafımızdaki herkes benzer ya da aynı çemberin içinde yaşıyor. Ve tahmin edersiniz ki, bu nedenle insanların birbirlerinden farklılaşması zorlaşıyor.





Konfor alanı konusu o kadar kritik bir konu ki,  çok uzun zamandır üzerine felsefi olarak kafa yorulmuş. İlk olarak M.Ö. 380’li yıllarda Eflatun tarafından kaleme alınan Cumhuriyet adlı eserde bulunan Mağara Benzetmesi’nde bile karşımıza çıkıyor. Aslında, bu kadar eskiye odaklanmaya gerek yok. Popüler kültür sineması konfor alanımız dışındaki değerler ve o alana adım attıktan sonra gelişen, dünyayı değiştiren olaylarla dolu. Örneğin; Lord of the Rings ve Matrix serileri… Ana kahramanlar alışık oldukları sistemden dışarı adım atma kararı alıyorlar,  yeni şeyler ve kendi potansiyellerini keşfediyorlar. Sonrasında da dünyayı değiştiriyorlar.

Bunları bir kenara koyup dünya tarihine baktığımızda da şu anda ismini hatırladığımız birçok kişinin bu filmlerdeki kahramanlar gibi konfor alanlarını arkalarında bırakarak inançları doğrultusunda hareket ettiğini görüyoruz. Örneğin Gandhi ve Atatürk. Her ikisi de ellerindeki unvanları, rahat şekilde yaşayabilecekleri yaşam şartlarını kabul ederek, mevcut hayatlarına devam etmiş olsaydı, bugün dünyada Hindistan ya da Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı.

Kapsamımızı daha da küçültelim. Eğer bir gün Sadun Boro rahatını bırakıp yollara düşmeseydi, Türkiye denizciliği bu noktalarda olur muydu?...


YELKEN VE KONFOR ALANI


Peki nedir bu konfor alanı ve yelken konusu? Bu konuya kendi tecrübelerimden, yapmış olduğum etüdlerden ve müşterilerimizle gerçekleştirdiğimiz işlerden yola çıkarak değinmek istiyorum.


Tekneniz marinaya bağlıyken bir konfor alanı içinde yaşarsınız. Marinalarda kurulmuş olan yapılar ve sistemler öngörülebilir risklere karşı tekneleri korumak üzere tasarlanmışlardır. Ancak, bir teknenin varoluş nedeni marinaya ömür boyu bağlı kalmak ve kekamoz bağlamak değildir. Ne zaman ki marinayı ardınızda bırakır ve denize açılırsınız, artık konfor alanınızı geride bırakmışsınızdır.

Konfor alanından çıkmak, güvensiz ve tehlikelerle dolu bir olgu olarak anlaşılmamalı. Sonuçta hepimiz seyir öncesinde hava raporlarını kontrol ederiz. Buna göre tüm seyir ve güvenlik unsurlarını elden geçirir, bazı durumlarda ise geliştiririz. Ancak, bir denizci yelkenler fora denize açıldığında konfor alanını terk eder.

Daha iyi anlatabilmek adına otomobillerden bir örnek verelim. Bir arabanız var, kontağı çeviriyor ve yola çıkıyorsunuz. Etraftaki coğrafi koşullar ne olursa olsun, yollar asfaltlanarak aracın ilerlemesini konforlu kılacak şekilde düzenlenmiş. Şeritler, trafik ışıkları ve tabelaları tüm yolculuğunuzun güven içinde gerçekleşmesi adına size ve diğer araç kullanıcılarına rehber oluyorlar. Seyahat sonunda varacağınız yere ulaşıp, kontağınızı kapatıyorsunuz.

Denizlerde akış böyle olmuyor. Denize açıldığınızda size yol gösteren bir şerit yok. Tabelalar sizleri
ve diğer deniz araçlarını yönlendirmiyor. Elinize haritanızı alıp, rotanızı çalışıyorsunuz. Ayrıca rotanız, yani aracınızı sürdüğünüz yol coğrafi şartların birebir etkisine maruz kalıyor. Örneğin, sabit rüzgarınız Poyraz’dan esiyor diyelim.  Siz seyir unsurlarınızı buna göre ayarladınız ve hedefinize doğru yol alıyorsunuz. Ama, iki ada arasından geçerken rüzgarınız bir anda yön değiştiriyor ve siz buna ayak uydurmak zorunda kalıyorsunuz. Öyle cruise control’u açıp, ayağı gazdan çekme lüksünüz yok. Her zaman etrafınızı gözlemleyip okumaya çalışıyorsunuz. Bazen de, sakin seyir yaptığınız deniz bir anda off-road pistine dönüşüyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, arabanızdaki gibi off-road pistten çıkıp asfalt yola sapma lüksünüz yok. Deniz size hangi pisti sunarsa, ondan devam etmek durumundasınız.

Şimdi gözlerinizi kapayın lütfen. Bir yelkenci olun ya da olmayın; kendinizi marinadan ayrılan bir teknenin dümeninde ya da mürettebatında hayal edin. Her türlü seyir ve güvenlik hazırlığınızı yapmışsınız. Ancak, içinizde bir heyecan var. Adrenalininiz yükseliyor… Çok güzel bir his değil mi? Yaşadığını hissettiriyor insana. Bu heyecan sizi bekleyen belirsizliklerin meyvesidir. Benim yelkenin aslında hepimize alışık olduğumuz güven çemberinin dışına çıkmamız konusunda tecrübeler yaşattığını iddia etmemin temeli de budur.

Dediğim gibi, yelken bana sportif unsurlar dışında birçok şey kattı. İşte bunların temeli her denize açılışımın konfor alanım dışına yaptığım bir seyahat olduğunu düşünmemden geçiyor. Seyir halinde, kimse size “sen şöylesin, sen böylesin” gibi didaktif yaklaşımlarda bulunmuyor, sizi pohpohlamıyor. Gerçekte neyseniz, elinizdeki de o oluyor. Orada, tüm sosyal kimliklerinizi ardınızda bırakıyor ve kendiniz oluyorsunuz. Örneğin; ben evde bir eş, işte bir iş adamı, yeğenlerimin yanında da bir dayıyım; ama, denizde tam anlamıyla kendim olabiliyorum. Güçlü olduğum noktaları daha objektif olarak değerlendirebiliyor, zayıf noktalarımı da kabullenebiliyorum. Kabullenmemem ve denize blöf atmam mümkün olabilir mi? Sizce deniz, bu blöfü görür mü? Aslında N.D. Walsch’un da dediği gibi “gerçek hayat, konfor alanımızın bittiği yerde başlıyor”.

Denizdeki her seyahatim, sadece yeni lokasyonlar keşfettiğim bir yolculuk olmuyor. Katettiğim her deniz mili benim kendi içime yaptığım samimi, dürüst ve kişisel keşiflerle dolu bir süreç aslında. Orası benim için bir okul, derslik. Karaya bağlanma ise bir sonraki dersi heyecanla beklediğim teneffüs alanı... Kendimi artılarımla, eksilerimle, korkularımla, heyecanlarımla daha iyi tanıyabildiğim yer… Limitlerimi test edebildiğim bir hayat tarzı. Yelken… Hayatın ta kendisi…

Yelkenler fora arkadaşlar… Rotamız konfor alanımızın dışı…


Sevgi ve Saygıyla,


Emre Başkan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder