Lagos'a vardığımız an. |
Evet… Tam bir sene önce Portekiz Lagos’a vararak
sonlandırmıştık Atlantik seyahatimizi. Takvimler 30 Mayıs 2013’ü saatler ise
sabah 03.20’yi gösteriyordu.
Bir çok planımız tutmamıştı. Evde, sosyal hayatta ve ofiste
herşeyi planlar üzerinden yürütmeye çalışan insanlardan biri olarak doğal
olarak, beni en çok zorlayan konulardan biri de bu olmuştu. Sonuçta, 3.200
deniz mili olarak hesapladığımız rotamızı, olumsuz hava şartları nedeniyle
4.000 deniz mili yol alarak tamamlabilmiştik. Toplamda 25 gün 16 saatimiz
denizde geçmişti (616 saat). 19 derece enlem ve 55 derece boylam katederek tam
5 saat dilimi aşmıştık.
Ortalıkta kimsecikler yoktu. Marina’ya bağlandık ve karaya
ayak bastık. Ne bir sallanma hissettim kendimde, ne de karaya karşı bir özlem…
Artık, kutlama yapma zamanıydı. Tavamızda karidesimizi
yaptık, şampanyamızı patlattık. Garip bir sevinç gösterisi yapıyorduk hepimiz.
Ancak, yapmacıklığı bariz ortadaydı. Bir şeyler farklıydı…
Sevinmem gerekmiyor muydu? Sonuçta bu zor seyahati sadece 3
yıldır tam anlamıyla yelken yapan biri olarak tamamlamıştım. Bu kolay bir şey
değildi. Şimdi havalara zıplamam, önemli bir maçın son saniyesinde gol atmış
bir futbolcu gibi dünyaları ben yaratmışım edasıyla sevinç gösterilerinde
bulunmam gerekmiyor muydu?
Yapmacık sevinç gösterilerimi bir kenara bıraktım. Sakince
şampanyamı yudumladım, derin bir iç çektim… Hiç unutmam, Ekber benim nasıl bir
psikolojide olduğumu hissetmiş gibi hafif tebessümle bana baktı. Kim bilir,
belki bende kendisini gördü… Denizlere bakıp düşündüm… Sanırım Atlantik
seyahatimiz sürecinde birçok şey değişmişti. Başta da kendi benliğim… Uykumun
gelmesini bekledim.
DEĞİŞEN NEYDİ
Öncelikle açık denizlerde insanın kendine çok fazla vakit
ayırabildiğinin altını tekrar çizmek isterim. Bu zamanlar her zaman kolay
veyahut verimli geçmiyor, bilesiniz.
İnsan öyle bir boşluğa düşüyorki en başlarda, fazlasıyla
bocalıyor. Teknede 3 kişi olmamıza rağmen, gece vardiyalarındaki yalnızlık zor
gelebiliyor. Alışık olduğumuz sosyal
ortamlardan, böyle yalın bir ortama geçince halüsinasyon bile görür
oluyorsunuz.
Ancak, insan herşeye uyum sağlıyor. Bunlar geçiyor.
Sonrasında kendinizle sohbetleriniz başlıyor. Ve bu sohbet hiçbir telefonla,
mesajla bölünmüyor. Uzun zamandır sineye çektiğiniz hatalarınız, korkularınızla
yüzleşiyorsunuz. Hayatınızı sorguluyor, nihai amaçlarınızı irdeliyorsunuz. Hepsinde
sonuçlara varmanız tabii ki mümkün olmayabilir; fakat, kendiniz ile ilgili çok
büyük adımlar atıyorsunuz…
Bazen de efkarlanıyorsunuz. Gözünüz gece vakti gökyüzüne
kayıyor ve o an dumur oluyorsunuz. Yıllardır başınızı yukarı kaldırdığınızda
gördüğünüz şeyin gökyüzü olmadığını fark ediyorsunuz. Karadan 1.000 deniz mili
açıkta, gök kubbenin altında seyrederken Samanyolu’nu bile görüyorsunuz. Hem de
aynen bizim ilk okul kitaplarında yazdığı şekilde, bir bulut olarak… Tamamen doğa ve siz başbaşa kalıyorsunuz.
Bende hayranlık ve teslimiyet duygusu uyandıran bir an. Yaklaşık 1,5 deniz mili sancağımızda oluşan hortum... |
Ve işte silkelenme anı… Bu büyük sistem içerisinde ne kadar
küçük, hatta mikro boyutta olduğunuzu hissediyorsunuz. Dünyaları yaratan egonuzu
tam 4.000 küsür metre derinliğe atıyorsunuz. Parçası olduğunuz sisteme karşı yalın
bir hayranlık ve teslimiyet duygusu içinize aynen bir güneş gibi doğuyor.
Sakinleşiyorsunuz ve hayatın anlamını içinize doğan güneş sonrasında tekrar
sorguluyorsunuz… Kişisel değerlerini tekrar yapılandırıyorsunuz.
SAĞLAM ADIMLAR
İnsan elbette ki, hayatının bir çok anında böyle düşüncelere
dalabilir, bu tarz değerlendirmeler yapabilir. Benim de oldu. Ama, itiraf
etmeliyim; bu tür düşünsel yoğunlukta geçen günler sonrasında aldığım kararların
bir çoğunu gerçekleştiremedim. Neredeyse her örnekte hayatın yoğunluğu
içerisinde kayboldum. Ben böyle biriydim. Konfor alanlarımda rahat hissederdim
belki de.
Bu noktada okyanus seyahatinin bana en büyük faydası
aksiyona geçme konusunda oldu diyebilirim. İnsan konfor alanının dışına bir
kere çıktığında uzun zamandır sırtını çevirdiği değerleri görüyor. Yaşadığını
iliklerine kadar hissediyor. Ve ne zaman bir daha konfor alanından çıkması söz
konusu olursa, daha cesur davranıyor. Ama farklı bir duruşla: cesur,
maceraperest bir karakterle değil de, egolarından sıyrılmış ama herşeyin
başarılabileceğinden emin bir karakterle.
İstanbul’a dönüşüm sonrasında kendimce bazı kararlar aldım.
Hepsi beni konfor alanlarımın dışına çıkaran cinstendi. Ve tabii ki, aksiyona
geçtim. Öncelikle, Efes Türkiye’den ayrıldıktan sonra devam ettiğim kurumsal
firma arayışıma bir son verdim, kendi şirketimi kurdum. Firma üzerine uzun uzun
çalıştıktan sonra tüm sistemi “konfor alanlarımızın dışındaki değerler” üzerine
kurguladım. Ve ismini de Azor Brand & People Solutions koydum. Sonuçta,
Azor adaları benim hayat boyu ismini duymadığım, belki hiç bir zaman ziyaret
etmeyeceğim bir toprak parçasıydı. Ancak, konfor alanım dışına adım atarak
gerçekleştirdiğim bu seyahatte aşık olduğum bir yer olarak kalbime kazındı…
Firmamızın sayfasını ziyaret etmek için tıklayabilirsiniz |
Sonrasında çocukluğumdan beri yaşadığım evden ve mahalleden
bambaşka bir yere taşındım. Bu basit gibi gelse de, benim için oldukça radikal
bir karardı.
Sevgi ve Saygıyla,
Emre Başkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder