31 Mayıs 2014 Cumartesi

KONFOR ALANINDAN ÇIKMAK 3 (Atlantik Seyahati Sonrası)


Lagos'a vardığımız an.
Evet… Tam bir sene önce Portekiz Lagos’a vararak sonlandırmıştık Atlantik seyahatimizi. Takvimler 30 Mayıs 2013’ü saatler ise sabah 03.20’yi gösteriyordu.
Bir çok planımız tutmamıştı. Evde, sosyal hayatta ve ofiste herşeyi planlar üzerinden yürütmeye çalışan insanlardan biri olarak doğal olarak, beni en çok zorlayan konulardan biri de bu olmuştu. Sonuçta, 3.200 deniz mili olarak hesapladığımız rotamızı, olumsuz hava şartları nedeniyle 4.000 deniz mili yol alarak tamamlabilmiştik. Toplamda 25 gün 16 saatimiz denizde geçmişti (616 saat). 19 derece enlem ve 55 derece boylam katederek tam 5 saat dilimi aşmıştık.

Ortalıkta kimsecikler yoktu. Marina’ya bağlandık ve karaya ayak bastık. Ne bir sallanma hissettim kendimde, ne de karaya karşı bir özlem…

Artık, kutlama yapma zamanıydı. Tavamızda karidesimizi yaptık, şampanyamızı patlattık. Garip bir sevinç gösterisi yapıyorduk hepimiz. Ancak, yapmacıklığı bariz ortadaydı. Bir şeyler farklıydı…

Sevinmem gerekmiyor muydu? Sonuçta bu zor seyahati sadece 3 yıldır tam anlamıyla yelken yapan biri olarak tamamlamıştım. Bu kolay bir şey değildi. Şimdi havalara zıplamam, önemli bir maçın son saniyesinde gol atmış bir futbolcu gibi dünyaları ben yaratmışım edasıyla sevinç gösterilerinde bulunmam gerekmiyor muydu?

Yapmacık sevinç gösterilerimi bir kenara bıraktım. Sakince şampanyamı yudumladım, derin bir iç çektim… Hiç unutmam, Ekber benim nasıl bir psikolojide olduğumu hissetmiş gibi hafif tebessümle bana baktı. Kim bilir, belki bende kendisini gördü… Denizlere bakıp düşündüm… Sanırım Atlantik seyahatimiz sürecinde birçok şey değişmişti. Başta da kendi benliğim… Uykumun gelmesini bekledim.

DEĞİŞEN NEYDİ


Öncelikle açık denizlerde insanın kendine çok fazla vakit ayırabildiğinin altını tekrar çizmek isterim. Bu zamanlar her zaman kolay veyahut verimli geçmiyor, bilesiniz.

İnsan öyle bir boşluğa düşüyorki en başlarda, fazlasıyla bocalıyor. Teknede 3 kişi olmamıza rağmen, gece vardiyalarındaki yalnızlık zor gelebiliyor.  Alışık olduğumuz sosyal ortamlardan, böyle yalın bir ortama geçince halüsinasyon bile görür oluyorsunuz.

Ancak, insan herşeye uyum sağlıyor. Bunlar geçiyor. Sonrasında kendinizle sohbetleriniz başlıyor. Ve bu sohbet hiçbir telefonla, mesajla bölünmüyor. Uzun zamandır sineye çektiğiniz hatalarınız, korkularınızla yüzleşiyorsunuz. Hayatınızı sorguluyor, nihai amaçlarınızı irdeliyorsunuz. Hepsinde sonuçlara varmanız tabii ki mümkün olmayabilir; fakat, kendiniz ile ilgili çok büyük adımlar atıyorsunuz…

Bazen de efkarlanıyorsunuz. Gözünüz gece vakti gökyüzüne kayıyor ve o an dumur oluyorsunuz. Yıllardır başınızı yukarı kaldırdığınızda gördüğünüz şeyin gökyüzü olmadığını fark ediyorsunuz. Karadan 1.000 deniz mili açıkta, gök kubbenin altında seyrederken Samanyolu’nu bile görüyorsunuz. Hem de aynen bizim ilk okul kitaplarında yazdığı şekilde, bir bulut olarak… Tamamen doğa ve siz başbaşa kalıyorsunuz.


Bende hayranlık ve teslimiyet duygusu uyandıran bir an.
Yaklaşık 1,5 deniz mili sancağımızda oluşan hortum... 


Ve işte silkelenme anı… Bu büyük sistem içerisinde ne kadar küçük, hatta mikro boyutta olduğunuzu hissediyorsunuz. Dünyaları yaratan egonuzu tam 4.000 küsür metre derinliğe atıyorsunuz. Parçası olduğunuz sisteme karşı yalın bir hayranlık ve teslimiyet duygusu içinize aynen bir güneş gibi doğuyor. Sakinleşiyorsunuz ve hayatın anlamını içinize doğan güneş sonrasında tekrar sorguluyorsunuz… Kişisel değerlerini tekrar yapılandırıyorsunuz.

SAĞLAM ADIMLAR


İnsan elbette ki, hayatının bir çok anında böyle düşüncelere dalabilir, bu tarz değerlendirmeler yapabilir. Benim de oldu. Ama, itiraf etmeliyim; bu tür düşünsel yoğunlukta geçen günler sonrasında aldığım kararların bir çoğunu gerçekleştiremedim. Neredeyse her örnekte hayatın yoğunluğu içerisinde kayboldum. Ben böyle biriydim. Konfor alanlarımda rahat hissederdim belki de.

Bu noktada okyanus seyahatinin bana en büyük faydası aksiyona geçme konusunda oldu diyebilirim. İnsan konfor alanının dışına bir kere çıktığında uzun zamandır sırtını çevirdiği değerleri görüyor. Yaşadığını iliklerine kadar hissediyor. Ve ne zaman bir daha konfor alanından çıkması söz konusu olursa, daha cesur davranıyor. Ama farklı bir duruşla: cesur, maceraperest bir karakterle değil de, egolarından sıyrılmış ama herşeyin başarılabileceğinden emin bir karakterle.

 
Güzeller güzeli Azor Adaları'ndan bir manzara


İstanbul’a dönüşüm sonrasında kendimce bazı kararlar aldım. Hepsi beni konfor alanlarımın dışına çıkaran cinstendi. Ve tabii ki, aksiyona geçtim. Öncelikle, Efes Türkiye’den ayrıldıktan sonra devam ettiğim kurumsal firma arayışıma bir son verdim, kendi şirketimi kurdum. Firma üzerine uzun uzun çalıştıktan sonra tüm sistemi “konfor alanlarımızın dışındaki değerler” üzerine kurguladım. Ve ismini de Azor Brand & People Solutions koydum. Sonuçta, Azor adaları benim hayat boyu ismini duymadığım, belki hiç bir zaman ziyaret etmeyeceğim bir toprak parçasıydı. Ancak, konfor alanım dışına adım atarak gerçekleştirdiğim bu seyahatte aşık olduğum bir yer olarak kalbime kazındı…


Firmamızın sayfasını ziyaret etmek için tıklayabilirsiniz

Sonrasında çocukluğumdan beri yaşadığım evden ve mahalleden bambaşka bir yere taşındım. Bu basit gibi gelse de, benim için oldukça radikal bir karardı.






Şimdi ne mi yapıyorum? Olabildiğince yelkenle seyahat ediyorum. Bir inanç üzerine kurduğum Azor ile müşterilerime ve çalışanlarına farklı değerler katmaya, onları konfor alanlarının dışına çıkarmaya çalışıyorum. Ve kendimi olabildiğince zaman ayırıyorum. Çünkü, konfor alanlarımızdaki bitmek bilmeyen koşuşturmacalar en fazla kendimizi unutmamıza sebep oluyor.




Sevgi ve Saygıyla,




Emre Başkan



İLİŞKİLİ YAZILAR:






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder