21 Aralık 2013 Cumartesi

KONFOR ALANINDAN ÇIKMAK - 2 (Atlantik Seyahatim)

Rotamız. St. Maarten-Azorlar-Lagos
Yazıma geçmeden önce Atlantik Geçişimiz ile küçük bilgiler vermek istiyorum. Bu şekilde bahsettiğim şeylerin kafanıza daha rahat oturacağına inanıyorum...

Teknemiz 49 feet'lik bir Jeanneau DS idi: Soulmate. Rotamız ise harita üzerinde Küba civarlarına yakın Karayipler Adalarından St.Maarten'den çıkarak başlıyordu. İlk hedefimiz yolumuzun yaklaşık olarak 2/3'üne karşılık gelen Azor Adalarına varmak ve orada teknemizi elden geçirip erzaklarımızı yenilemekti. Sonrasında ise Avrupa Kıtası'nda Portekiz-Lagos'a vararak seyahatimizi sonlandıracaktık.


Hatırlarsınız, konfor alanından çıkmak hakkındaki ilk yazımı şu sözlerle bitirmiştim: 


"1,5 aylık Atlantik Okyanusu seyahat beni ne kadar çok değiştirmişti! Kendimdeki değişikliği her an hissedebiliyordum.

İşte o an aklıma şu soru geldi… Nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda böyle keskin değişiklikler, gelişimler tecrübe etmiştim?... Nasıl oldu da bu gibi bir tecrübeyi normal hayatımda yaşayamamıştım?..."



NASIL OLDU?... 

Açıkçası çok zor oldu. Zira, belli bir düzen içerisinde yaşamaya alışmış bizler için alınan radikal bir karardı Atlantik Okyanusu'nu geçme projesi... 

Sabah belli saatte kalkan, yüzünü yıkayan, aynı rutinde işe giden ve genelde masa başında her gün alışık olduğumuz insanlarla çalışan bizler, aslında kendimizce çok güvenli bir alanda yaşıyoruz. Kanımca, bu yaşam tarzı ruhumuzu öyle tembelleştiriyor ki, bir yerden sonra duygularımız körelmeye başlıyor ve mekanikleşiyoruz. Sorarım size: "Kaçımız hafta içi sabah kalktığımızda derin bir nefes alıp, camdan (bulabilirsek) yeşilliklere veya gökyüzüne bakıp o sabaha şükrediyoruz? O sabahın değerini gerçek anlamda biliyoruz?". Kendi adıma cevap verebilirim: şahsen sabahları kalkınca hafif hızlı adımlarla yapmam gerekenleri yapıp direk yola çıkanlardandım ben.

Hayat böyle olunca, hiç tanımadığım bir rotada, günlerce kara görmeden, beklemediğimiz durumlarla karşılaşacağımız bir ortama adım atmak kolay gelmedi bana... Hem de daha önce hiç tanışmadığım bir ekiple. Tüm bunlar beni düşündüren ve zihnen zorlayan öğeler oldu. Hatta itiraf etmek gerekirse, St. Maarten'den, Portekiz Lagos'a doğru yelken açmadan önceki gece hiç uyuyamadım...

KONFOR ALANI"MIN" DIŞI

Philipsburg Koyu'nda demirliyken
St. Maarten'deki hazırlıklarımızı bitirdikten sonra, son gün dinlenebilmek için Philipsburg koyuna demir attık. Biraz yüzdük... Turkuaz suyun tadını çıkardık. Karaya çıkıp güzel bir yemek yedik. Sonra da akşam saatlerinde kendimizi okyanusun bebek beşiği hassaslığında salladığı teknemiz SOULMATE'te dinlenmek için yataklarımıza attık. Belki de son sakin uykumuz olacaktı kim bilir? Ancak, ben hiç uyuyamadım. Teknenin havuzluğuna çıktım ve bir şeyler yudumlayarak düşünmeye başladım. Defterime notlar aldım... Şimdi o notlarıma bakıyorum da; sık sık "NEDEN?" diye sormuşum kendime. "NEDEN bu seyahati yapma ihtiyacı duyuyorsun? Bir şey mi kanıtlamaya çalışıyorsun?"... Aslında tüm bu soruların tek bir cevabı vardı: içimdeki ses öyle buyuruyordu...
Demir almadan önceki uykusuz gece.

Sabah saatlerinde demir aldık ve uçsuz bucaksız okyanusa doğru açıldık. Son 12 gündür haldır haldır çalışarak teknemizdeki tüm bakım ve güvenlik tedbirlerimizi tamamladığımız St. Maarten adası geride kaldı ve ufukta yok oldu. İşte o an işin ciddiyetini biraz daha derinden anladım. Sonra güneş battı...  Hava sakindi. Trimlerimizi yapıp havuzlukta dinlenebiliyorduk. Yukarıda gök değil, gök kubbe vardı sanki... O kadar yıldızı bir arada daha önce hiç görmemiştim. İşte o an, egolarımız sayesinde kendimizi çok güçlü hisseden insanların, aslında söz konusu sistemde ne kadar küçük olduğumuzu idrak etmeye başladım. Bu his vurucuydu; ama, daha çok büyüleyiciydi...

İlerleyen günlerde hava oturdu ve biz güzel bir hızla hedefimize doğru geniş apazla ilerlemeye başladık. Her şey şahaneydi. Birden hava durdu... Hemen, her gün uydudan indirdiğimiz hava raporlarını çıkardık ve tekrar etüt etmeye başladık. Bu hava beklenmedik bir havaydı. Büyük ihtimalle durgunlaşan bu hava, ayrı bir sistemin habercisiydi. Yapacak bir şey yoktu; raporlara yansımayan yeni havanın nasıl geleceğini merakla bekledik... Bir kaç saat sonra hava kuvvetli şekilde orsamızdan gelmeye başladı. Halbuki bizim planımız Atlantik Okyanusu'nu batıdan doğuya geniş apaz ve apaz ile geçmekti. Orsa tüm ekibi oldukça sarstı. Yükselmeye başlayan dalgalar ve hava nedeniyle camadanımızı aldık ve Bermuda'da dinlensek mi düşüncesiyle hava raporunu inceledik. O da ne? Bermuda'da 55 knots kuvvetinde rüzgar vardı ve adaya yaklaşmak pek akıl karı değildi... Mevcut şartlar ışığında rotamızı haritada tekrar çalıştık. İlk planımız geniz apaz ve apazla seyahatimizin ilk ayağı olan Azor Adaları'na 13 günde varmak şeklindeydi. Yeni hesabımız 20 gün veriyordu... 
Yorucu ve zor günler...

Neler oluyordu?? Sonuçta veriler üzerinden bir plan yaparsın ve ona göre hareket edersin değil mi? Elbette her zaman beklenmedik durumlar olabilir hayatta. Ama, ya yardım alırsın, ya beklemeye geçersin ya da en kötüsü çekip gidersin. Bizim planlarımız tutmuyordu ve ne kimseden yardım alabiliyorduk, ne de yakında bir karaya çekilip dinlenebiliyorduk. Çekip gitmek mi?... Okyanusun ortasında?... Paniklememiştik tabii ki. Ancak, tüm bu olanlar beni ister istemez rahatsız etmeye başlamıştı... Sonuçta bir yıllık kurumsal planlarlar, 5 yıllık stratejik planlarla yaşıyan biri olmuştum her zaman. Hayatıma dair A-B-C diye kodladığım 3 ayrı 10 yıllık planlarım vardı benim... Hepsini geçtim, durmadan orsa seyrinde olmak da neydi öyle? Değil rahat duş alabilmek, bazen lavaboya bile girmekte zorlanıyorduk. İstediğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz yemekleri yapamadığımız oldu. Uyumam bile bazen mümkün olmuyordu... Zira, tersten gelen bir dalga sizi yatağınızdan atıp kafanızı ahşap duvara vurarak uyanmanıza sebep olabiliyordu.

Size bu süreçlerin bir insanı çok zorladığını söylemek zorundayım. Zira, 50 metre karelik bir alanda alışık olduğumuz düzenden ve sosyallikten uzağız... Öyle ki, özlediğim insanların seslerini duymaya başlamış ve halüsinasyon olduğunu anladıkça kendimi daha da kötü hissetmeye başlamıştım... 

Seyrimize dönelim... İlerleyen günlerde durmadan orsa seyretmeye biraz daha alıştık. Tekne içindeki hayatımızı eski haline getirmek ve ilk günlerdeki gibi güzel yemekler yapabilmek için kendimizce çözümler ürettik. Evet, alışıyordum... Alışık olmadığım bir ortam vardı ve ben adapte olmaya başlamıştım. Bu bana moral vermişti. Ancak, yine hava yön değiştirdi ve biz orsa seyirle bile planladığımız Azor'ları hedefe bile alamıyorduk. Alternatif hedefler belirledik: Madeira... Kanarya Adaları... vs vs... Bu beni yine sarstı tabii ki. Durmadan değişen bir ortam, rahata ve sisteme alışık bir insanoğlu ve dağılan moraller...

Seyahatimizin 11nci günündeyken Azor'lara yarı yolu bile gelememiştik henüz... Tekrar hava raporunu inceledik. Bir de ne görelim... 3 enlem kuzeyimizde 60 knots hava var... Ani bir kararla, kuzey doğuya doğru gitmemiz gerekirken rotamızı fırtınadan kaçmak amacıyla güneye kırdık. Ancak, ilerleyen saatlerde dalgalar çok yükseldi ve yaklaşık 2 gün boyunca 6 metrelik dalgalar arasında ilerledik. (Ama, itiraf ediyorum, iyi ki kaçmışız o havadan. Zira, Azor'lara vardığımız gün iki Fransız teknesinin o havada kaybolduğu, bir Norveç teknesinin ise battığı haberini aldık............. Bir fransız teknesi daha sonra bulundu...) 

Hava ve deniz normale döndüğünde harita masamızda tekrar bir değerlendirme yaptık. Meteoroloji raporlarını inceledik. Güzel haber Azor'lara gitmemiz konusunda bir problem gözükmediğiydi... Kötü haber ise kuzeye doğru orsalarla tırmanmamız gerecekeği ve bunun o andan itibaren 30 gün sürebileceğiydi.

İşte o an, içimdeki bir şeyler, Berlin Duvarı gibi yıkıldı. Ardındaki "ben"i gördüm. Bu değişim ve belirsizlik artık beni rahatsız etmiyordu. Uydu telefonundan merakla her gün arayan ailem, ne zaman Azor'larda olacağımızı soruyordu. Bizim cevabımız ise şu oluyordu: "Vardığımız zaman, varmış olacağız." Hem de çok sakin şekilde...
Rahatlamış halimde balık tutarken.
7 kiloluk Orkinos...

Bahsettiğim kırılma anından sonra doğaya daha çok odaklanabildim. Zira, kafam rahattı. Önemli olanın süreç olduğunu farketmiştim. İşte o andan sonra yaklaşık 30 kadar balina gördüm. Eminim daha öncesinde de yanımızdan geçmişlerdir; ama, odağım farklı yerde olunca etrafımdaki güzellikleri kaçırıyordum. Hatta biri ile kerterizimiz bozulmadı ve çarpışma durumuna geldik. Düşündükçe kendime çok şaşırıyorum... Ama, çok sakin bir tavırla, çarpışmayı önledim. Bir keresinde deyaklaşık iki deniz mili sancağımızda bir alçak basınç sistemi gördük ve bir hortum oluştu. O an sakince dümeni kırdık ve hortumdan uzaklaştık. Ve hortumu, doğanın gücünü hayranlıkla izledik, o anı fotoğrafladık. İşin garibi, biz zamanı düşünmemeye başlayınca hava hep bize yardımcı oldu ve St. Maarten-Azorlar rotamızı 21 günde tamamladık.
Azor Adalarına vardığımızda. Ben, Gülin ve Ekber.



O zor yolculuktan sonra karayı görünce inanılmaz bir his yaşayacağımı düşünüyordum. Ancak, içimdeki tek heyecan, daha önce hiç tanımadığım bir kara parçasına tekne ile yanaşmak üzere olmam ve orayı keşfedecek olmamdı. Azor'larda konakladığımız 3 gün boyunca teknemizdeki hasarlı trinket ve ana yelkenimizin tamilerlerini yaptık. Erzaklarımızı yeniledik ve bol bol dinlendik. Tabii ki yepyeni insanlarla tanıştım ve adayı da gezdim. Belki hayatımda hiç görmeyeceğim bir ada grubu olan Azor'lara aşık oldum...

Seyahatimizin ikinci ayağı olan Azorlar-Lagos (Portekiz) rotası zihnen daha kolay geliyordu. Yine bir sabah erkenden okyanusa açıldık ve o an orada olmanın keyfini çıkarmaya çalıştık. Şarkılar söyledik, kutlamalar yaptık. Ana karaya yaklaştıkça balinaların sayısı azalmış, ticari gemilerin sayısı artmıştı. Alışık olduğumuz alanlara geri dönüyorduk... Tek alışılmadık şey buz dağı riskiydi. Zira, Gulf Stream sayesinde kırılan buzulların bazıları akıntıyla söz konusu koordinatlara kadar inebiliyordu. Onu da su sıcaklığı ve barometre yardımıyla izlemeye çalışıyor, gözlerimizi dört açıyorduk. Ama rahattık... Ve Azorlar-Lagos
Seyahatin sonu... Lagos, Portekiz.
rotamızı 7 günde tamamladık... Sabahın 4'ünde limana bağlandıktan sonra bu seyahate yakışır bir kutlama yaptık...


Artık, alışık olduğumuz yerdeydik: karada, insanlarla... Ama, artık başka bir Emre vardı hayatımda. Daha rahat, beklenmedikleri bekleyen, sakin, huzurlu, kendini gerçekleştirmiş ve geliştirmiş... Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı bile farklıydı. Tabii ki, gerçekleri ve düşünceleri de...




Devamı bir dahaki yazıma...




Sevgi ve Saygıyla,



Emre Başkan






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder