12 Aralık 2013 Perşembe

KONFOR ALANINDAN ÇIKMAK


Bir çok insan hayatına bir heyecan katmak, onda değişiklikler yapmak istiyor.
Ama, bu istekler genelde sözde kalıyor… Eminim buna sizler de şahit oluyorsunuzdur. Belki de, siz de o kişilerden birisinizdir. Ben de öyleydim…


Ama, çok şükür, küçük denebilecek yaşlarda amaçlarıma ve hayallerime sadık kalma konusunda bilinçlendim.


Denizcilik hedefini kendime koyduğumda 19 yaşımdaydım… Sonrasında, bu hayalimden hiç vazgeçmedim. Elbette ki, her hedefe odaklı yolculukta inişler ve çıkışlar oluyor. Bazen, moraliniz çok düşük oluyor, vazgeçesiniz geliyor. Ama, o kırılma anını bir kere atlattınız mı, bundan sonraki moral kayıpları sizi hiç etkilemiyor. Hedefinizle aranızdaki engeller flulaşıyor, bazıları ise gözünüzün önünde eriyip gidiyor…

1999 yılında yelkenle ilk bire bir tecrübemi yaşadıktan sonra kafama koymuştum: “bir gün bir yelkenlim olacaktı”. Bundan sonra, harçlıklarımdan ve işe başladıktan sonra maaşımdan para biriktirmeye başladım.

Yıl 2010… Sonunda bir yelkenli teknem oldu. Onunla ilk tecrübemi, kısa da olsa Slovenya – İzola’da Adriyatik Denizi’ne açılarak yaşadım. Tekneyi marinaya bağladığımızda ise biraz kendimi dinledim. Bir hayalime ulaşmış olsam da, enteresan şekilde tedirginlik hissediyordum. Sonuçta, alışık olduğum kara hayatından farklı bir dünyaya adım atmıştım.

Ben ve arkadaşım teknenin İzola – İstanbul rotasına eşlik etmek için niyetlenmiş şekilde Slovenya’ya gitmiştik; fakat, birer beyaz yakalı olarak istediğimiz kadar izin alma şansımız olmamıştı ve Türkiye’ye dönüş yapmak zorunda kalmıştık. Ancak, kaptanlar tekneyi Çeşme’ye getirdiklerinde hemen uçağa atladım ve onlarla Çeşme-İstanbul rotası için hazırlıklara başladık. Yine kendimi dinledim: tedirgindim ama bu sefer tatlı heyecan da kendini göstermeye başlamıştı…

Açık Denizler...
Rüzgar ve dalga kafadan geldiğinden, yaklaşık 70 saatlik bir seyahat sonrasında Pendik Marina’ya bağlandık. O anı çok iyi hatırlıyorum. Hava kötüydü ve bizi çok zorlamıştı. Oldukça uykusuzduk. Karaya adımımı atarken, bir kurtuluş edasıyla yüzüm gülüyordu. Kendi kendime kızıyordum: “Neden böyle bir işe girersin ki be oğlum? Rahat rahat yaşamak varken, nedir bu havalarla boğuşmak?”. Ne zaman ki, pontonda iki adım attım, içimi bir özlem kapladı… Dönüp tekneme baktım… İnanılmaz derecede hüzün vardı içimde… Eve dönerken, kafamda takvimimi irdeliyordum; bir daha ne zaman denize açılabileceğimi tespit etmek istiyordum bir an önce.

Paşalimanı Koyu ve Le Petit Prince 1
Bir sonraki seyrimi 3 gün içerisinde gerçekleştirdim. Tedirginlik hissim azalmıştı. Tahmin edersiniz ki, bir kaç seyir sonra ise hiç bir kötü hissiyatım kalmamıştı. Denize ve tekneme oldukça alışmıştım ve sık sık adalar rotasında Le Petit Prince 1’le seyrediyordum.

Gel zaman git zaman, bu kısa rotalar beni mutlu etmemeye başladı. Hemen bir Trilye, sonrasında da Paşalimanı Adası rotası ayarladım kendime. Uzun rotalar hoşuma gidiyordu. Ama, bir kere içimdeki psikolojik engeli kırmıştım ya, daha uzun rotalar hakkında planlar yapıyordum her seferinde. Bu bana geliştiğimi hissettiriyordu…

Atlantik Okyanus'unda düşünceli ben...
Ve 2011 yılında bir karar aldım… Atlantik Okyanusu’nu geçmek istiyordum. Hatta bunu yapmak için yanıp tutuşuyordum. Ama, hayat bu… Atlantik geçişim 2013 Mayıs ayında gerçekleşti… 1,5 aylık seyahat beni ne kadar çok değiştirmişti! Kendimdeki değişikliği her an hissedebiliyordum.

İşte o an aklıma şu soru geldi… Nasıl oldu da bu kadar kısa zamanda böyle keskin değişiklikler, gelişimler tecrübe etmiştim?... Nasıl oldu da bu gibi bir tecrübeyi normal hayatımda yaşayamamıştım?...



Bu soruların cevabı, bir sonraki yazımda…



Sevgi ve Saygıyla,




Emre Başkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder